Böyle yaşadı Zerdüşt...

‘Bohemian Rhapsody’, hem Zanzibar doğumlu bir Zerdüşt olan Freddie Mercury’nin hayatından kesitler aktarıyor hem de rock tarihinin en önemli gruplarından Queen’in müzikal serüvenini perdeye taşıyor. Film, aynı zamanda izleyicisine, enfes bir konseri en ön sırada izliyormuşçasına bir his yaşatıyor. Genç aktör Rami Malek de Mercury rolünde son derece etkileyici bir performans sunuyor.

Haberin Devamı

Böyle yaşadı Zerdüşt...
Bohemian Rhapsody
Yönetmen: Bryan Singer
Oyuncular: Rami Malek, Lucy Boynton, Gwilym Lee, Ben Hardy, Joseph
Mazzello, Aidan Gillen, Allen Leech,
Tom Hollander, Mike Myers
İngiltere-ABD ortak yapımı

Son haftalarda sinema salonları konser alanlarına dönüştü. İlk olarak ‘Bir Yıldız Doğuyor’, ardından ‘Müslüm Baba’ derken şimdi de sahne sırası ‘Bohemian Rhapsody’de. Önde Freddie Mercury’nin hayat serüveninden pasajlar, arka planda da Queen’in öyküsü derken film, 134 dakikalık süresiyle bizi görüntüler eşliğinde muazzam bir konserin parçasına dönüştürüyor adeta...

Turneler, albümler...

Aslında bir hafta arayla vizyona girmeleri açısından ‘Bohemian Rhapsody’, Batı sinemasının ‘Müslüm Baba’ya cevabı gibi! Üstelik iki filmde de kamera arkasında benzer bir ritüel yaşanmış, startı veren yönetmenle bitiş noktasına varan isimler farklı olmuş. Bizim cephede Can Ulkay-Ketche ikilisi vardı, ‘Bohemian Rhapsody’ kanadındaki dağılımsa Bryan Singer’la Dexter Fletcher arasında olmuş, daha doğrusu Singer filmin yüzde 70’ini çektikten sonra hakkındaki taciz suçlamalarının ardından görev değişikliğine gidilmiş.

Haberin Devamı

Lakin resmi kayıtlarda yönetmen hanesinde Singer’ı gördüğümüz yapımın özetle konusu şöyle: Heathrow’da bagaj görevlisi olarak çalışan ve geleneksel aile düzeni dışına taşarak gösteri dünyasında kendine yol açmaya çabalayan genç Zanzibar göçmeni Farrokh Bulsara, takıldığı barda izlediği bir grubun, solistiyle yollarını ayırmasının ardından aradığı doğru adresi bulur. Diş hekimi Roger (Taylor), astrofizikçi Brian (May) ve (sonradan öğrendiğimiz üzere) elektrik mühendisi John’dan (Deacon) oluşan ve Queen ismiyle sahne alan grubun solisti, kendisine Freddie Mercury adıyla yeni bir kimlik edinen genç Zanzibar’lıdır. Farklı stiliyle grup çok geçmeden popüler kültürdeki yerini alır, müzik piyasasının en büyük prodüksiyon şirketi EMI’ın kanatları altında yükselir. Artık rutinleri bellidir: Turneler, albümler ve tekrar turneler, albümler... 
Böyle yaşadı Zerdüşt...
Gitarist Brian May ve davulcu Robert Taylor’ın yaratım sürecine katkıda bulundukları ‘Bohemian Rhapsody’de, Freddie Mercury için düşünülen ilk isim Sacha Baron Cohen’miş. İkilinin itirazları üzerine rol Rami Malek’e verilmiş.

Haberin Devamı

Film boyunca Queen’in yükselişi ve üyeler arasındaki çekişmelerle birlikte Mercury’nin bir mağazada tezgâhtarlık yapan Mary Austin’le olan ilişkisinin seyrini de izliyoruz. Genç kadın, başlarda bir sevgili konumundadır fakat Freddie’nin erkeklere olan ilgisinin belirginleşmesiyle birlikte en yakın arkadaş statüsüne geçer ve Mercury 1991’de, AIDS’ten ölene kadar hep bu konumunu korur.

‘Çok uysal bir film’miş...

Bu arada ‘Müslüm Baba’ filmi için ‘sosyolojik bakış açısı’ndan yoksun olduğu ve Müslüm Gürses’in kitleleri etkileme gücüne ilişkin saptamalar ve vurgulara sahip olmadığına dair eleştirilerde bulunuldu. Bana kalırsa da bu türden eksikler vardı ama asıl olarak filmin böyle derdi yoktu ve kendine dert ettiği şeylerin üstesinden geliyordu. İlginçtir, ‘Bohemian Rhapsody’ de İngiliz ve Amerikalı eleştirmenler tarafından yerden yere vuruluyor. Tabii ki beğenilmeme kıstası ‘sosyolojik yaklaşım’ değil, itiraz gerekçeleri şöyle: Daha cesur bir film bekliyorlarmış, Singer’ın başlayıp Fletcher’ın bitirdiği çalışmayı çok uysal bulmuşlar... ‘En Karanlık Saat’ ve ‘Her Şeyin Teorisi’ gibi filmlerin (biri Winston Churc-
hill
’in, diğeri de Stephen Hawking’in biyografisiydi) senaristi Anthony McCarten’in kaleme aldığı metni de beğenmişler, “Bu klasik bir hayat hikâyesi değil ki, film Mercury’nin cinsel kimliği üzerinden daha doğru noktalarda gezinmeliydi” mealinde itirazlar var. 

Haberin Devamı

Benim ise bu türden beklentilerim olmadığı için belki, filmi çok beğendim. Perdede Freddie Mercury’nin hem Parsi kökenli bir Zerdüşt hem de bir eşcinsel olarak iki kere ‘Öteki’liğine karşı müzik sayesinde hayata tutunuşunu, her daim yalnızlığını, grup üyelerinin aileleriyle birlikte mutlu tablolar çizdiği ortamda onun hüzünle dolu bilinçaltını yansıtmasını, Mary Austin’in ona erkek arkadaşını tanıttığındaki duygusal yıkımını, Queen’in çok sevdiğim (sevdiğimiz) o muhteşem şarkılarının yaratılma süreçlerine seyirci vasfıyla dahil olmamızı, tanıklık etmemizi, 1985’te 21 yaşındayken televizyondan izlediğim Wembley’deki ‘Live Aid’ konserini bu kez, 54 yaşında, adeta sahnenin içinden ve arkasından bir kez daha izleme fırsatının sunulmasını izledim; daha ne isteyeyim ki? Ayrıca ‘Bohemian Rhapsody’den daha cesur, sınırları daha fazla aşan, Freddie Mercury’yi daha gerçekçi çizgilerde karşımıza getiren bir film çekerlerse onu da sever, bağrıma basarım...
Böyle yaşadı Zerdüşt...
Filmde Mercury’nin hayatındaki en önemli kadın olan Mary Austin’i Lucy Boynton canlandırıyor.

Haberin Devamı

Sanki Brian May’in ikizi

Performanslara gelince... Rami Malek sevinçleri, acıları, mutlulukları ve yalnızlıklarıyla muhteşem bir Freddie Mercury portresi çiziyor. Gwilym Lee de Brian May’e adeta ikiz kardeşi gibi benziyor. Roger Taylor’da Ben Hardy, John Deacon’da Joseph Mazzello, Mary Austin’de Lucy Boynton gayet başarılı. Bu arada yapımcı Ray Foster’da huzurumuza gelen Mike Myers’ı izlerken aklınıza ‘Wayne’s World’ serisi geliyor ve ister istemez gülüyorsunuz.

 Sonuç olarak ana karakteri itibariyle şöhretin eğlenceli, güzel ve acılı yanlarını da perdeye taşıyan bu biyografik müzikal gösteriyi kaçırmayın derim...

Böyle yaşadı Zerdüşt...

Clımax
Yönetmen: Gaspar Noé
Oyuncular: Sofia Boutella, Romain Guillermic, Souheila Yacoub, Kiddy Smile, Claude Gajan Maull, Giselle Palmer, Taylor Kastle, Thea Carla Schott, Lea Vlamos, Alaia Alsafir, Kendall Mugler, Lakdhar Dridi , Adrien Sissoko, Mamadou Bathily, Alou Sidibe, Ashley Biscette, Mounia Nassangar, Tiphanie Au, Sarah Belala, Alexandre Moreau, Naab, Strauss Yılan, Vince Galliot Cumant
Fransa-Belçika-ABD ortak yapımı

Haberin Devamı

Zamanımızın ‘cehennem’i...

Sinemayı bir provokasyon alanı olarak gören, öykülerinin genel koordinatlarını da genellikle seks ve şiddetle fazlasıyla örtüşen noktalarda kuran Gaspar Noé, son çalışması ‘Climax’te de kendi bildik sularında yüzüyor. Film, bir dans topluluğu üyelerinin katıldığı bir partide geçiyor. Önce topluluk üyelerinin ekibe dahil olma aşamasındaki deneme çekimlerini ve hayata, sanata, genel gidişata ilişkin görüşlerini izliyoruz. Sonrasında da ekiple birlikte biz seyirciler de partinin bir parçası oluyoruz.

Dinamik bir kamera, etkileyici dans gösterileri, müzikler ve sonrasında partinin ana içkisine (sangria) katılan LSD’yle birlikte kontrolden çıkan kişilikler, bilinçaltları... Gaspar Noé’nin sinemasına vâkıf olanlar için ‘Climax’, sınırları daha az zorlayan bir film olmuş. Lakin belli bir yaş üstü seyirci için (bunu daha çok kendimden yola çıkarak söylüyorum) fazla gürültülü (özellikle müzikler itibariyle), fazla kafa yorucu (özellikle diyaloglar itibariyle). Öte yandan Arjantin kökenli yönetmenin gösterişli ve provokatif sinemasına pek yakınlık duyduğumu da söyleyemem. İlk uzun metrajı ‘Herkese Karşı Tek Başına’yı ayrı bir yere koyarım ama diğer yapıtları modern zamanların pek de sevmediğim şoke etmek, abartmak, zorlayarak sarsmak türünden reflekslerine sahiptir.
Ki bence filmlerinin en önemli problemi ise eleştirir ya da altını çizer gibi yaptığı şeylerin parçasına dönüşmektir. Aynı problemin ‘Climax’te de geçerli olduğu kanısındayım.

Öte yandan 90’larda yaşanmış bir olaydan sinemaya uyarlanan bu öyküyü, ‘bir kuşak eleştirisi’ mi yoksa ‘bütün bir insanlığın tasviri’ (aslında bir noktadan sonra ‘zombilere’ dönüşüyorlar adeta) olarak mı okumak lazım bilemiyorum ama nasıl okursanız okuyun bence sonuç değiştirmiyor. Bu arada Batılı bir eleştirmen ‘Climax’te tasvir edilen bu modernist problemlerle yüklü ortamı, Hierony-
mus Bosch
tablolarına benzetmiş. Bu arada filmin başındaki deneme çekimleri sahnelerinde, yanda dizilmiş ‘Suspiria’, Bir Endülüs Köpeği’, ‘Salò’,  ‘Querelle’ filmlerinin video kasetlerini (90’lar ya!) görüyoruz. Sanki burada Gaspar Noé, bu ‘öncü’ kışkırtıcı yapımları hatırlatarak kendi filminin yerini de refere ediyor gibime geldi.

Sonuç? ‘Climax’i içeride ve dışarıda beğenen çok sayıda eleştirmen var, ben azınlıkta olan beğenmeyenler safındayım, “Gidin, görün ve kararınızı verin” derim.

Böyle yaşadı Zerdüşt...

Fındıkkıran ve Dört Dİyar
Yönetmen: Lasse Hallström, Joe Johnston
Seslendirenler: Mackenzie Foy, Keira Knightley, Jayden Fowora-Knight, Eugenio Derbez, Richard E. Grant, Helen Mirren, Morgan Freeman, Matthew Macfadyen / ABD yapımı

Seni gidi ‘Fındıkkıran’...

Ernst Theodore Amadeus Hoffmann’ın kimi halk hikâyelerinden derlediği  (1815) metin ve bu metni enfes müziğiyle baleye dönüştüren (1882) Pyotr İlyiç Çaykovski... ‘Fındıkkıran’ işte böyle bir işbirliğinin sonucu doğmuştu. Haftanın yenilerinden ‘Fındıkkıran ve Dört Diyar’ (‘The Nutcracker and the Four Realms’), bu ünlü eseri kurgusal bir masal olarak huzurlarımıza getiriyor. Son dönemin öne çıkan refleksi ‘iki yönetmenli filmler’ kervanına da dahil olan yapımın kamera arkasında Lasse Hallström ve Joe Johnston’ı görüyoruz.

Kısaca öykü: Annesini kaybettiği için uzun süredir hayatla bağını kesen Clara, bir Noel arifesinde babası tarafından verilen hediyedeki sırrın peşinde sürükleniyor. Bu hediye gümüş bir yumurtadır ve anahtarı yoktur. Kilidi açacak anahtarı ararken kendisini annesinin ‘Kraliçe’ olarak yaşadığı bambaşka bir dünyada bulan küçük kız, buradaki dengeleri yeniden sağlamak için mücadeleye girişiyor.

‘Fındıkkıran ve Dört Diyar’da CGI teknolojisinin yardımıyla yaratılan müthiş bir görsel dünya var. Lakin film bu dünyayı besleyecek sağlam bir hikâyeden yoksun (bazı Batılı eleştirmenler öncelikli problemin Hoffmann’ın masalındaki melankolik karanlık havanın filmde olmadığını belirtmişler). Kadrosunda Keira Knightley’nin yanı sıra Helen Mirren, Richard E. Grant ve Morgan Freeman gibi isimlerin de yer aldığı yapım, yine de görselliğiyle cezbedici bir dünya sunuyor. Clara rolündeki Mackenzie Foy da çok iyi oynuyor. 

Böyle yaşadı Zerdüşt...

Diğer seçenekler

Haftanın yenilerinden ‘İyi Oyun’da başrolleri Mert Yazıcıoğlu, Afra Saraçoğlu, Yiğit Kirazcı ve Orkut Işıtmak gibi isimler paylaşıyor, yönetmen Umut Aral. Paul Weitz imzalı ‘Tutsak’ın (‘Bel Canto’) kadrosunda şu oyuncular var: Julianne Moore, Ken Watanabe, Christopher Lambert ve Sebastian Koch. Başrollerinde Murat Dalkılıç, Melis Sezen, Eren Hacısalihoğlu ve Serenay Aktaş’ın yer aldığı ‘Dünya Hali’nin yönetmeni ise Ömer Can. Donovan Marsh imzalı ‘Katil Avcısı’nda (‘Hunter Killer’) ise Gerard Butler, Gary Oldman, Linda Cardellini ve Toby Stephens başrolleri paylaşıyor.

Böyle yaşadı Zerdüşt...
 

 

Yazarın Tüm Yazıları