Paylaş
Bizde genellikle ilk filmlerin şöyle bir problemi vardır: Yönetmenleri adeta, “Belki de hayatımız boyunca başka bir şey çekme şansı bulamayız” hissiyatıyla her türlü meseleyi filmlerine yığdırırlar. Bu da hem dağınıklığa neden olur hem de kamera arkasındaki isme ilişkin, “Galiba kafası çok karışık” algısına neden olur. ‘Yağmur: Kıyamet Çiçeği’ bir ilk film ve öyküsünün yayılma yerleri ve uğradığı duraklar itibariyle, kâğıt üzerinde girişte bahsettiğim meselelerin muhatabı gibi gözüküyor. Oysa ‘Yağmur: Kıyamet Çiçeği’, merkezine Trabzonspor tarihi için aşılamamış çok önemli bir dönemeç olan ve Bordo-Mavili takıma gönül verenler açısından kuşaklar boyu üzerlerinden atamadıkları bir travmayı simgeleyen, 1995-96 sezonundaki o meşhur 2-1’lik Fenerbahçe mağlubiyetini koymuş. Ve bu ana eksen etrafına da son derece uygun yan öykücükler yerleştirmiş. Ama senaryo meselelerin üstesinden gelememiş, reji de dizi estetiğine yakın bir anlatımla dağınıklığı toparlayacağına daha da dağıtmış sanki.
5 üzerinden 2,5 yıldız
Sonuç? O çok tanıdık eleştirmen klişesine sığınmak zorundayım: “Film ne yazık ki iyi niyetli bir çabadan öteye gidememiş.” Biraz daha detaya girersek: Ortada söz konusu maç, ilk iki ana durakta siyasi görüşleri yüzünden içeri alınan ve çıktıktan sonra da memleketi Hopa’ya dönmek durumunda kalan genç Kazım’ın yaşadıkları ve Akçaabatsporlu genç forvet Şenol’un hayata tutunma çabaları var. Bir üst katmanda da ‘Amigo Ahmet’, hayatını vücudunu satarak kazanmak zorunda kalan Elena, hayal etmediği bir evliliğin içinde bocalayan Seher’i görüyoruz... Bu, genel çıkışsızlık hikâyelerini bir başka ünlü klişemiz, “Futbol asla sadece futbol değildir” bağlamında birleştiren -tarihi maçı da yöre insanı için bir tür ‘Kıyamet’ metaforu olarak kullanan- film, eldeki verilerle uygun bir kimyaya ulaşamamış ve doğru noktalara değmesine rağmen istediği sinemasal etkiyi gerçekleştirememiş. Sanki öyküde Kazım karakteri -ki bu karakter ‘rahmetli’ Kazım Koyuncu’ya gönderme- pek halledilememiş. Ayrıca filmdeki öyküsü Özcan Alper’in ‘Sonbahar’ını da andırıyor...
Neyse, genç yönetmen Onur Aydın’ı özellikle senaryosu halledilmiş yeni projelerde görmek dileğiyle diyelim...
Paylaş