Paylaş
Mayıs 2015’te yönetimini devraldığı Gümüşlükspor’u, geçen pazar amatör kümede şampiyon yaptı. Siyah-Sarılı takımın final maçı dolayısıyla Gümüşlük’e gittik, iki gün boyunca bu heyecana ortak olduk.
İlk gün
Profesyonel takımlar, ikinci yarı hazırlıklarıyla uğraşadursun, spor basını hangisi ipi göğüsler, ara transferde hangi takviyeler yapılır sorularına cevap aramakla meşgul olsun derken amatör kümelerde ‘Şampiyonluk’ unvanını ‘resmiyet’e dökenler var bile... Onlardan biri de Muğla 1. Amatör Ligi A Grubu takımlarından Gümüşlük Gençlikspor’du. Siyah-Sarılılar geçen pazar günü, en yakın rakibi Turgutreisspor’u sahasında 1-0 yenerek ‘Mutlu son’a ulaştı ve bir üst kümeye yükseldi.
Bodrum’un bu şirin yöresinin takımının öyküsünü farklı kılan en önemli unsur, kuşkusuz başkanlık koltuğunda oturan kişiydi. Siyah-Sarılıları Mayıs 2015’ten bu yana oyuncu Nejat İşler yönetiyor. Hal böyle olunca takıma bakış, sezon içindeki öyküsü, nihayetinde nereye varacaklar merakı yerelden evrensele olmasa bile ülke sathına yayıldı ve mesele, kulak kabartmaya değer bir hale geldi. Dolayısıyla yedi takımın yer aldığı grupta, Siyah-Sarılıların en yakın rakibiyle oynayacağı ‘Final’ niteliğindeki maç, başından sonuna takip edilecek ve sayfalarımıza taşınacak nitelikteydi. Bu hedefi gerçekleştirmek üzere fotoğrafçı arkadaşım Muhsin Akgün’le birlikte soluğu Gümüşlük’te aldık ve iki günü, takımla birlikte dolu dolu yaşadık.
‘Siyah-sarı/Balık-rakı’
Siyah-Sarılıların yönetim kurulunda (aynı zamanda takımın ‘Basın Sözcüsü’), Radikal Spor’un unutulmaz kalemlerinden avukat-şair Akif Kurtuluş (ki yazı-çizi âlemi onu ‘Erkan Goloğlu’ olarak tanıyor) da olunca bazı işler hem kolaylaştı hem de farklı bir tadın, dokunun parçasına dönüştü.
Derdimiz sadece ‘olası’ bir şampiyonluğa tanıklık etmek değil, Nejat İşler gibi sevilen, aykırı bir karakterin futbol dünyasının amatör koridorlarında dolaşırken nasıl bir farklılığa imza attığını gözlerimizle görmek, o havayı insan ilişkileri üzerinden koklamaktı. İlk iş olarak cumartesi günü öğle suları mücadelenin oynanacağı Gümüşlük Sahası’na yollandık. Çünkü orada, ertesi günkü maçın görsel ve psikolojik atmosferine ilişkin hazırlıklar yapılıyordu ve İşler de bizatihi ‘işin’ başındaydı.
Öğrendik ki takımın en önemli tezahüratı geçen yıldan bu yana ‘Siyah-sarı/Balık-rakı’ymış. Bu sözlerin görsel ifadesinin yansıdığı pankart, kale arkasında çoktan asılmıştı. Ekip yeni bir hedefin peşindeydi; üzerinde takımın maskotu sevimli köpekbalığı figürünün de bulunduğu pankarta, ‘O kupa buraya gelecek’ sözleri yazma faaliyeti. Nejat İşler, elleri siyah boyaya bulaşmış bir şekilde yer yer kendini hatırlatan güneşin altında hazırlanan kalıp eşliğinde metni tamamlamaya çalışıyordu.
Çocuklar gibi şendi
Aslında karşımızdaki görüntü, meseleyi açıklığa kavuşturmak adına yeterince malzeme sunuyordu. Futbol, bütün ana ve yan unsurlarıyla erkeklerdeki o bitmeyen çocuksu neşenin bir parçasıdır (Tek problem oyun esnasında bazen meseleye kendimizi fazla kaptırmamızdır ki, işte o zaman büyümemişliğimiz, ergenliğimiz ortaya çıkar). Nejat İşler, pankartı boyamaya çalışırken bu işe ne kadar gönülden sarıldığını gösterir bir ruh durumu içindeydi. Çocuksu neşesi, adeta ertesi gün tüm bir camiayla birlikte yaşayacağı ‘olası’ sevincin de ipuçlarını sunuyordu. Boyama işleminden pankartı tribünde tutacak iplerin tutturulmasına kadar her şeyle başından sonuna ilgilendi.
Cumartesi mesaimizin son bölümünde takımla birlikte yemek vardı. Bu bölümün en önemli kısmı şuydu: İşler, son viraj öncesi ‘Şampiyonluk primi’ni açıkladı; futbolcu başı 1500 TL.
İkinci gün
Rakip takıma koltuk taşıyan başkan
Ve en zor sınav gelip çatmıştı. 14.00’teki maç için 12.00 suları sahaya gitmiştik bile. Sahadaki tek tribün yavaş yavaş dolmaya başlıyor, adrenalin dozajı hem lider Gümüşlük kanadında hem de konuk Turgutreis cephesinde yükselmeye başlıyordu. Nejat İşler, bir ara kale arkasındaki plastik sandalyeleri toplamaya başladı. Genel koordinatör Murat Arıkan’ın, “Ne yapacaksın onları?” sorusuna verdiği, “Turgutreis yöneticileri gelmiş, onlara götürelim” cevabı, meseleye olan tutkusunun yeni bir ifadesiydi benim için.
Bir gün önce İşler, Soma’daki faciada hayatını kaybeden madencilerden bazılarının çocuklarına turizm eğitimi veren eski hakemlerimizden Serdar Çakman’la konuşup onları maça davet etmişti. Mücadelenin başlamasına yaklaşık yarım saat kala gelmişler. Nejat bana seslenip, “Gelmişler, bir merhaba diyelim mi” deyince Muhsin’i de alıp tribünlere gidiyoruz. Çocuklar, “Gümüşlük korkma, Soma yanında” diye tezahürat yapıyor. Tablo fazlasıyla duygusal, Nejat’la bakışıyoruz, “Çok kötü oldum, ağlamak üzereyim” diyor.
Maç başlamak üzere, İşler mücadeleyi ilk yarıda rakip takımın hücum edeceği kalenin arkasında izliyor. Bense teknik direktör dostumuz Metin (Yıldız) Hoca ve Akif’in davetlisi olarak gelen Ankaralı genç şair Kerim Akbaş’la birlikte tribüne yöneliyorum. Çünkü oradan hem oyun daha iyi okunur hem de ‘taraftar’ın nabzı tutulur! Siyah-Sarılılar hızlı başlıyor lakin Turgutreis kalecisi çok başarılı. Neyse, bir korner atışında Gümüşlük’ün 35’lik yıldızı Murat, takımını 1-0 öne geçiriyor. İkinci yarı yer değiştiriyor ve sağ tarafa geçiyoruz. Burada maç dolayısıyla İstanbul’dan gelen Can Yayınları’nın sahibi Can Öz de var (ki kendisi Ayazma’nın defans elemanlarından aynı zamanda). 52. dakikada dengeler değişiyor, çünkü ev sahibinden Ufuk ikinci sarıdan kırmızıyı görüyor. Gümüşlük artık 10 kişi ve maçın bitmesine o kadar çok süre var ki. Metin Hoca “Eyvah” diyor, Kerim moral aşılamaya başlıyor, bense “O kadar geldik, bir şampiyonluk görelim” havasındayım. Zaman gerçekten geçmek bilmiyor, Turgutreis de fena takım değil, sürekli bastırıyorlar ama net fırsat bulmakta zorlanıyorlar. Buldukları en önemli fırsatı da kaleci Çağrı kornere tokatlıyor. Uzatmanın ardından hakem son düdüğü çalıyor ve ortalık ana-baba gününe dönüyor. Futbolcular, yönetim, Nejat İşler, seyirciler, hep birlikte sahanın içinde kenetleniyor ve şampiyonluğu kutluyor. Bu sırada alnı kapıya çarpan ve sonrasında 12 dikiş atılan İşler, “Merak etmeyin, bir şeyim yok” diyerek sevinç kutlamalarındaki yerini alıyor.
Bence sinema tarihinin en güzel futbol filmlerinden biriydi ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’. Amatör bir takımın, Özal’ın liberalleşme yolundaki Türkiye’sindeki değişimden nasıl etkilendiğini sahici bir öykü eşliğinde anlatıyordu. İşte bu filmin yönetmeni Serdar Akar da final maçı için Gümüşlük’e gelmişti, mücadeleyi
Nejat’la birlikte izledi ve kutlamaların tamamında yer aldı.
O esnada ben futbolcuları kovalıyor ve bazılarından görüş almaya çalışıyorum. Takım, kutlamaların ardından tribün civarında konuşlanan köfteciye giderek karnını doyuruyor ve sanki maç sonunu beklermişçesine davranan hava da, üzerindeki ağırlığı boşaltıyor. Hafiften hızlanan yağmur da, şampiyonluğa ‘Bereket’
katıyor adeta.
‘Allahım, benim ömrümden al, onunkine ver’
Takımın genel koordinatörü Murat Arıkan’a, “Sence Nejat’ı yönetici
olarak farklı kılan ne?” diye soruyorum. Cevabı şöyle: “İnsanları kendi rüyasına inandırdı. Bunda da dürüstlüğü büyük etkendi. Öyle ki bir esnafın, ‘Allahım benim ömrümden al, onunkine ver’
dediğine şahit oldum. İşte böylesine seviyorlar onu...”
SOMA YANINDA
Maçı izleyenler arasında Soma faciasında hayatını kaybedenlerin çocuklarıyla, eğitimcileri eski hakem Serdar Çakman da vardı.
AKİF KURTULUŞ:
‘En şiirsel maçımız...’
Kurtuluş’a aslen bir şair olduğu için şu soruyu yöneltiyorum: “Takım sezon boyunca hangi maçlarda şiir gibi oynadı?” Cevabı şöyle: “Çalışmadığım yerden sordun. Söyleyeyim. Evimizde farklı yendiğimiz Milas Gençlik’le deplasmanda oynadığımız maç, benim şiirden anladığım tarza en yatkın olanıydı. Şiir sanıldığının aksine disiplin işidir. Çok emek, çok zahmet ister. Takım, altmış dakika tek kale oynadı ve oyun kurgusundan hiç kopmadı. Doldur boşalta girmedi, sözcük oyunu yapmadı yani. Doksan ‘da golü bulduktan sonra bile yüzde yüz pozisyonda ikinci golü kaçırdık. Yazdığım şiirin bittiğini bana anlatan ruh halini iyi bilirim. O gün takımım bana şiir yazdı ve ‘Bitti’ dedim, ‘bizim için lig artık bitti’.”
Futbolcu görüşleri
-Murat Odabaşı (35): Şampiyonluğu getiren gol onundu. Takımın en yaşlısı, turizm sektöründe görev yapıyor. Gümüşlükspor’da ilk sezonuydu.
-Çağrı Kundak (28):
Takımın yedek kalecisiydi ama aynı zamanda kaptan olan Özgür’ün sakatlanmasıyla son dönemeçlerde görevi
o üstlendi. “Bu zaferi hamile olan eşime armağan ediyorum” dedi.
-Hüseyin Öztemiz (27)
Takımın menajer futbolcusu. 3. hafta görevi devralmış ve takımı dokuz maç yönetmiş.
-Özgür Kırık (28)
Sezonun 9. maçında kolu kırılmış. Takımın kaptanı şöyle konuştu: “Keşke şampiyonluk maçında forma
giyseydim ama Çağrı kardeşim de çok iyiydi, kurtarışlarıyla maça damgasını vuranlar arasındaydı.”
-Gökhan Avşar (28)
Turgutreis maçında takımın dinamosuydu, biz çok beğendik kendisini. Naçizane ben onu Luca Toni’ye benzettim.
-Ufuk Kartal (31)
Şampiyonluk maçında kırmızı kart gördü. “O an neler hissettin?” soruma, “Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Maçtan önce herkesi ‘Aman, kimse kırmızı kart görmesin’ diye uyaran bendim oysa” cevabını verdi.
NEJAT İŞLER:
‘Tarihte ilk kez bir kitabın telifiyle bir futbol takımı yaşayacak’
-Önce şu maçtan sonra kafayı vurma meselesinden başlayalım, nasıl oldu?
- Kapı dışarı açılıyor, ben koşmaya başlarken biri kapıyı açtı, ‘Lonk’ diye kafayı koydum kapıya. Bunlar futbolun içinde olan şeyler.
-Sezon içinde hangi maç hayal kırıklığıydı?
- Evimizdeki Mumcular maçı, 2-2 berabere kaldık. Ama hepsi geride kaldı. Şimdi kendimi çok iyi hissediyorum. Malum bizim lig zaten 12 maçlık bir maraton, emeğinin karşılığını bu kadar hızlı almak o kadar güzel ki.
-Yeni hedef?
- Bir üst lig, Süper Amatör Şampiyonluğu yani...
-Oyuncunuz Ufuk 52. dakikada kırmızı kart görüp çıktıktan sonra onunla neler konuştun?
- “Sakın oyuna küsme, git duşunu al, sonra gel yanımıza, maçı birlikte seyredelim” dedim.
-Kaç yıldır Gümüşlük’tesin?
- Dokuz yıldır evim var.
-Bu tür başka küçük yerleşim merkezlerinin amatör takımları için rol modeli olabilir misin? Yani senin gibi bir oyuncu, müzisyen, ne bileyim ressam vs. çıkıp bir takımı elinden tutsa mesela...
- Bir kere benden rol modeli falan olmaz. Zaten ben bütün bu yaşadıklarımızı düşünerek, tasarlayarak yapmadım. Biraz zorunluluktan oldu, zaten önceki yönetimlerde de yer alıyordum.
-Ama sonuçta amatör bir ruhu canlandırdın, ulusal basının ilgisini buraya çektin, artık insanlar bu takımdan haberdar.
- Biz biraz da şunun için mücadele ettik, yeni yönetimi oluşturduktan sonra Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’u ziyaret etmiştik, dönüşte arabada yönetimden Cenk Özakın “Bu ülkeyi sanatla spor kurtaracak” dedi. Gerçekten de sanat, spor ve kültür üzerinden verilecek eğitimle geleceğin Türkiye’si inşa edilecek. Ancak böyle düzelebiliriz. Ben bu yolda uğraş veren herkesi desteklerim. Ama nalıncı keseri gibi kendisine yontmadığı sürece...
-Konuştuğum insanlar dürüstlüğüne, kendi rüyana onları ortak etme çabana vurgu yapıyor.
- Aslında her şey kâbusa da dönüşebilirdi. En büyük korkum bu sezon başarılı olamayacağımızdı. Çünkü geçmişte bu takımın parası pulu yoktu. İçimizden biri, ‘Bakkal Hüsnü’ mesela ‘gizli başkan’dı, durum o kadar kötüydü ki yol parası bile ayarlayamıyorduk. Bu şartlarda son maça şampiyonluk iddiasıyla çıktık ama Ortakent’e 2-1 yenilip ikinci bile olamadık ve play-off oynama şansını da kaybettik. Bu sezon hiç değilse mali durumumuz daha iyiydi, ilgi, alaka vardı; bu şartlarda ipi göğüsleyemeseydik çok kötü olacaktı.
-Sana en iyi beş futbol filmini sorsam.
- ‘Cehennemde İki Devre’, onun uzantısı olan ‘Zafere Kaçış’, ‘The Damned United’, ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ ve ileride seyredersiniz, ‘Gümüşlükspor’un filmi...
-Böyle bir film çekilir mi dersin?
- Zor tabii ama ben ortaya böyle bir fikir atayım. Benim için öncelikli proje kitap. O da spontane oldu, anılarımı toplayacağım. Muhtemelen çocukluk dönemim, kitap sattığım tezgâh dönemim ve Gümüşlük dönemimden oluşacak. Anı anlatacağım; gerçek değil diyeceğim ama gerçek olacak! Bu iskelet henüz netleşmedi ama bunun üzerine kurmayı düşünüyoruz. Can Yayınları’ndan çıkacak. Kitabın bütün telif geliri kulübe kalacak. Bu sezon dört maçın primini aldığım avansla ödedik bile. Yani tarihte ilk kez bir kitabın telifiyle bir futbol takımı yaşayacak.
-İki önemli ve zevkli alan, futbol ve sinema... Tercihin hangisi?
- Valla en başına gideyim: Her şey Gezi’de başladı. O dönem bende bir şey uyandı. Baktım ki oraya katılan çocukların kafaları müthiş çalışıyor. “Benim bunlara bir şeyler vermem lazım” dedim. Ben bir şekilde kendimi tamamlamışım ama o güzel nesle aktaracaklarım olabilir, olmalı. En değerli şey bu olur dedim. Tam o sırada hastalık bindirdi, tam yedi ay yattım. Ama yattığım sürece hep “Ne yapmalıyım, ne yapmalıyım, ne yapmalıyım?”, bundan başka bir şey düşünmedim. Sonrasında şuna karar verdim, zaten hep yaptığım şey de oydu ama artık kararımda daha nettim: İyi insanlar için yaşayacağım, iyi insanlar için çabalayacağım. Kendim için değil, o zihni açık, insanlar, çocuklar, gençler için çalışıp çabalayacağım. Şimdi Gümüşlükspor kanatları altında
200 genç futbol oynuyor, bunlardan 125’i lisanslı. Bu sayıları daha da çoğaltabiliriz.
-Yani her şeyin başı Gezi mi?
- Evet, kesinlikle Gezi uyandırdı. Hani önceki jenerasyonlar sonrakileri ezer ya “Bunlardan bir şey olmaz” diye. Ben o dönem “Vay” dedim, “şimdiki çocuklar mükemmel ve onlar için bir şeyler yapmak lazım, destek olmak lazım”. Futbola gelince, bizleri birleştiren en önemli unsur... Mesela burada insanlar düğün, cenaze ve futbol maçlarında bir araya geliyor. Başta beni tanımayanlar, siyasi duruşumdan dolayı eleştiren ya da uzak duranlar artık eski görüşlerinde değiller. Önyargıları kırdım sanırım.
-Sinema ne durumda, projeler var mı?
- Var ama sahiplerinin iznini almadan söyleyemem. Biri yurtdışı, biri yurtdışı bağlantılı olmak üzere üç proje yolda. Bir de yazıp çekeceğim bir film var ama ben oynamayacağım.
-Amatör bir ortamdasın ama öte yandan bu ülkenin ‘endüstriyel futbol’un önde gelen takımlarından birinin, Fenerbahçe’nin taraftarısın. Ortada bir çelişki var mı?
- Yok. Abicim, şöyle söyleyeyim, ben ‘Çubuklu’ formayı görünce değişiyorum, benim için aslolan o ‘Çubuklu’ forma. Benim onu görmem lazım. Çünkü benim için zaman öyle ilerliyor, “Ha, ‘Çubuklu’yu gördük, bir hafta daha geçti” gibi...-
-Çok kişi bana senin için “Hayattaki duruşuyla sanki Beşiktaşlı olması lazım” gibi şeyler söyledi, bu konuda ne dersin?
- Takımların ideolojisi yoktur, rengi vardır. Çocukluğuma ihanet edemem, Cemil Turan bizim uzaktan akrabamızdı, benim Cemil Turan şortum vardı, sürekli onu giyerdim. O günlere ve o şorta ihanet edemem.
Paylaş