Paylaş
Malum, ‘Gezi hareketi’ var olan iktidarın dayattığı tüm antidemokratik uygulamalara -ki bunun içinde bireylerin yaşam biçimlerine yön verme bile vardı- karşı, İstanbul-Taksim’deki bir parkın kaderi üzerinden başlayıp koca bir ülkeyi sarmış ve Cumhuriyet tarihinin en etkili kitlesel haykırışı olmuştu. Sistem ise bu direnişe karşı şiddet seçeneğine yüklenmiş, güvenlik kuvvetlerini sahaya sürmüş, özellikle de biber gazı ve tazyikli suyla birlikte kitlelere nefretini kusmuştu. Sonuçta onca insan bu şiddetten, az ya da çok payını alırken ne yazık ki aramızdan bazıları da hayatlarını kaybetti.
Bugün artık her biri Gezi hareketinin simge kişiliklerine dönüşmüş bu kardeşlerimizden Ethem Sarısülük, Ankara Kızılay’da bulunan Güvenpark’taki eylemlerde bir polis tarafından başından vurulmuştu. Direnişin ilk günlerinde, 1 Haziran 2013’te vuku bulan olayda polis memuru Ahmet Şahbaz, kalabalık üzerine ateş açarken kurşunlardan biri Sarısülük’ün başına isabet etmiş, Ethem uzun bir süre yoğun bakımda kaldıktan sonra 12 Haziran’da beyin ölümü gerçekleşmiş, 14 Haziran’da da vefat etmişti.
Bu hafta vizyona çıkan ve Gürkan Hacır’ın imzasını taşıyan ‘Haziran Yangını’, Ethem Sarısülük’ün vurulması ekseninde sona erdirilen bir hayata ve geride kalanların yaşadığı acılara odaklanan bir belgesel. Gazeteci kimliğiyle tanıdığımız Hacır, çalışmasında önce Gezi hareketinin genel profilini çiziyor, sonra cinayete odaklanıyor. Bütün bu süreçte Ethem’in kişiliğini, yakın çevresini, ailesini, toplum dışı bir hayat sürmeyi seçen babasını görüyor, tanıyoruz. Ethem, yoksul bir çocukluğun ardından bir emekçi olarak sınıf bilinciyle hareket eden genç bir insan. Ve daha güzel bir dünya talebiyle katıldığı bir eylemde polis kurşunuyla hayatını kaybediyor.
‘KIZILAY ONUN OLSUN...’
Beş üzerinden üç yıldız
‘Haziran Yangını’, evet bizi Gezi günlerine götürüyor ama asıl çarpıcı etkisini yürek burkan sahneleriyle yapıyor. Acılı bir aile, acılı kardeşler ve de acılı bir anne. ‘Sayfı Ana’, bu olayın sorumlularından biri olarak gördüğü dönemin Başbakanı Erdoğan’a seslenirken, “Benim çocuğum ne yaptı? Kızılay’ı işgal ettiyse Kızılay onun olsun. Boş kaldı Kızılay” diyor. Bir annenin yitirdiği yavrusunun ardından söylediklerine hangi kalp, hangi vicdan kayıtsız kalabilir? Ben açıkçası filmde en çok bu cümleden etkilendim. Belgeselin uğradığı diğer duraklar arasında davayı basından takip edenlerin daha önceden vâkıf olduğu sanık Ahmet Şahbaz’ın duruşmaya perukla gelmesi, hâkim Cevat Bak’ın dava esnasında uyuyakalması, ailenin Şahbaz’a öfkesini kusması gibi ayrıntılar da var. Öte yandan ‘Haziran Yangını’nın en kayda değer yanlarından biri olay anına ait aktüel kamera görüntüleri. Bu görüntülerde cinayet farklı açılardan önümüze atılıyor ve polis memuru Şahbaz, silahını arka arkaya ateşlerken kurşunlar önce göstericilerden birinin bayrağına isabet ediyor, ardından da Ethem’in başına... Hacır bu kadrajlara, vurulma anının grafik anlatımını da eklemiş.
Toparlarsak ‘Haziran Yangını’, hem bir dönemin hem de yaşanan acıların ve yaşatılan zulmün ifadesi. Kuşkusuz yitip giden canları unutturmayacak ve özellikle eksik kalan adaletin sağlanması yolunda hatırlatmalarda bulunacak bu türden sinemasal izlere ihtiyacımız var. Gürkan Hacır’ın filmi, eğer bu bir, özellikle vicdani görevse işte böylesi bir işlevi de üstleniyor. Son olarak jenerikte geniş bir zaman skalası içinde teröre kurban giden onca kişinin isminin geçmesi -ya da hatırlanması- zarif bir hareket olmuş.
Paylaş