Ben sana mecburum...

Zeki Demirkubuz son çalışması ‘Hayat’ta nişanlandıktan sonra sırra kadem basan Hicran’la onu aramak için İstanbul’a giden taşralı genç Rıza’nın yıllara yayılan serüvenleri eşliğinde yine insanın karanlık taraflarında gezinen etkileyici bir öykü anlatıyor. Film, yönetmenin geçmişteki en güçlü adımları ‘Masumiyet’ ve ‘Kader’in izlerini sürüyor.

Haberin Devamı

Ben sana mecburum...◊ Yönetmen:
Zeki Demirkubuz
Oyuncular:
Miray Daner, Burak Dadak, Cem Davran, Melis Birkan, Umut Kurt, Osman Alkaş, Doğu Demirkol, Ozan Dağara, Kayhan Açıkgöz, Muttalip Müjdeci, Seyit Nizam Yılmaz, Berfun Beşel, Hande Özen, Özlem Türkad, Caner Cindoruk
Türkiye yapımı

Rıza kendisini büyüten dedesinin işlettiği fırını amcasıyla birlikte ayakta tutan iki emekçiden biridir. Yakın zaman önce fotoğrafı vasıtasıyla gördüğü ve toplamda iki kez buluştuğu Hicran’la nişanlanmış ama kız aniden sırra kadem basıp gitmiştir. Genç adam zaten ortada pek bir yaşanmışlığın olmadığı bu olayı kafasına takmamış gibi görünse de içten içe bir huzursuzluk benliğini sarmaya başlar. Taşranın yalnızlığında dert ortağı arkadaşlarıyla acısını bir nebze azaltmaya çalışsa da bir noktadan sonra kendisine engel olamaz, İstanbul’da olduğunu öğrendiği Hicran’ın peşinden koca kentin bilinmezliğine doğru yelken açar. Burada kimi cılız ipuçlarını takip eder ve…

Haberin Devamı

Zeki Demirkubuz, sinematografisinin bir önceki adımı 2016 tarihli ‘Kor’un ardından tam yedi yıl sonra yeniden karşımızda. Girişte konusunu özetlediğim ‘Hayat’ yönetmenin kendine özgü dünyasındaki temel meselelere bir kez daha bizleri çeken bir öyküye ve derinliğe sahip. Demirkubuz’un filmleri insan doğasının yer yer kötücül, bilinemez, tahmin edilemez yanlarında dolaşan, Fyodor Dostoyevski, Albert Camus gibi çınarların dünyasına selam ve saygı gönderen, sunan, temalarını edebiyatın engin sularından çekip çıkardığı ve bu coğrafyaya ait reflekslerle özgün bir tada ulaştırdığı genel bir tablonun ifadesi oldu hep. Sinemamız açısından da 90’lar başı itibariyle filizlenen ve kısa bir süre içinde ana gövdesini ortaya çıkaran bir ruhun, hareketin (ekol de denebilir elbet) birkaç öncelikli isminden biriydi. Anlattığı öykülerin ana damarına ilişkin en belirgin tanım ‘takıntı’, ‘saplantı’, ‘tutku’ sözcükleriydi belki de. ‘Hayat’ geride kalan bütün toplama bakıldığında ‘Kader’ ve ‘Masumiyet’in izlerini takip eden, yeni bir harmanla sunan, daha geniş bir sosyolojik katmanda dolaşan ve kimi yan karakterler yoluyla da ‘Yeni Türkiye’ye ait sözlerini, düşünceleri peliküle yansıtan bir çalışma olmuş.

Haberin Devamı

Önce şu noktadan meseleye gireyim; Rıza’yı Hicran’ın peşinden sürükleyen motivasyona bakıldığında, tamam iki kez buluşulmuş ama asıl sürükleyici unsurun bir fotoğraf karesi olduğunu zamanla anlıyoruz. Bu açıdan ‘Hayat’ın uzaktan uzağa Metin Erksan’ın ‘Sevmek Zamanı’na bir göndermede bulunduğunu söyleyebiliriz (ya da ben söylemiş olayım). Sonrasında yan karakterler meselesini açmak lazım; mesela Rıza’nın dedesi muhteşem bir portre olmuş. Eski toprak, kadir kıymet, üslup, insanlık bilen bir karakter. İstanbul’da Hicran’ı ararken evinde kaldığı memleketlisi mesela.

O da ‘Yeni Türkiye’nin gençlik kodlarından birini temsil ediyor; baba parası yiyen, üniversite öğrencisi olmadığı halde bu yalan üzerinden hayatını kuran ama yalanının anlaşılacağı üzerine hiç korku, utanç duymayan ve kendi babası dahil herkesin bu tür yalanlarla ayakta durduğunu düşünen bir zamane simgesi.

Haberin Devamı

Keza Hicran’ın sonraki aşamalarda kocası olarak karşımıza gelen emekli öğretmen Orhan… Hayatla didişmesi, dertleri bitmemiş, bitmeyecek gibi görünen, sürekli geleceğe ilişkin planlar yapan ama ne istediğinden kendisinin de emin olmadığı bir karakter. Türkiye’nin aydınlık yüzüne ait bir profil çiziyor ama içi alabildiğine karanlık ve kıskanç…

‘Hayat’ın genel bir çerçevede taşralı kökleriyle kendince takıntılı bir portre sunan ve yeri geldiğinde çizgiden çıkan Rıza üzerinden okunacak yanı elbette var ama genel saptamayı sanırım Hicran üzerinden yapmak gerekiyor. Babasının bulduğu erkekle evlenmemek adına İstanbul’a uzanan, burada tutunabilmek için ‘kötü yol’a düşen bu genç kadının sonrasında tekrar memleketi olan Boyabat’a dönüşü, babasıyla olan hesaplaşması, annesinin hep gölgede geçen ve zaman zaman kocasından gördüğü şiddetle dolu edilgen dünyası bizi şu noktaya getiriyor: Bu coğrafyanın erkeklerinin, ister taşralı ister kentli olsun, kadınlarla olan ilişkilerine dair ne yapacakları konusunda kafaları her daim karışık. Güvensiz, belirsiz ve korkaklar da aslında. Bu yüzden de kendi sorunlu bakışlarını, yaklaşımlarını, eksikliklerini onları hapsetmek, çevreyle, hayatla bağlarını kesmek üzerinden halletmeye çalışıyorlar. Hicran ise dayatılan bu boğucu modele isyan eden, özgürlüğünü ve kaderini kendi tayin eden bir kişilik…

Haberin Devamı

Bütün bunlar tabii ki benim filme bakıp görebildiğim, kendimce yorumladığım yanlar, yönetmeniyse ‘Hayat’ı “Temelde insanın yazgısı ve bu yazgı karşısındaki çaresizliğiyle ilgilenen, ne yapılırsa yapılsın bir türlü geçmeyen ve geçmeyecek olan ‘imkânsızlık duygusu’na dair eski bir hikâye” olarak tanımlıyor.Ben sana mecburum...Filmde Hicran’ı Miray Daner, babayı Umut Kurt canlandırıyor.

Tüm oyuncular çok başarılı

Hicran’da Miray Daner’in, Orhan’da Cem Davran’ın, annede Melis Birkan’ın, babada Umut Kurt’un, dedede de Osman Alkaş’ın çok başarılı performanslara imza attığı yapımda ben Rıza’da izlediğimiz Burak Dadak’ı da çok çok beğendim.
Zeki Demirkubuz ‘Hayat’ta öyküsünü en iyi bildiği sulara çekiyor ve kozasını adeta orada yeniden kuruyor, inşa ediyor, işliyor, yeni detaylarla örüyor ve ortaya ‘Kader’ - ‘Masumiyet’ ikilisinin şimdiki zamanda gezinen bir uzantısı çıkıyor. Adeta damardan giren ve seyircisini darmadağın eden bölümler barındıran bu film bence yılın en iyisi, kesinlikle kaçırmayın derim.
Bu arada fanatik bir Beşiktaşlı olan yönetmenin ‘Boyabat Kartalları’ üzerinden takımına olan sevdasını da öyküsüne monte ettiğini meraklısı için belirteyim.Ben sana mecburum...
Ve diğer seçenekler...

Haberin Devamı

Roald Dahl’ın klasikleşmiş kahramanı Willy Wonka’nın erken dönemine göz atan ‘Wonka’, bizi geçmişte izlediğimiz ve içinde kaybolduğumuz o tatlı müzikallerin dünyasına yeniden taşıyan bir hamle olmuş. Paul King imzalı yapımda Timothée Chalamet, Calah Lane, Olivia Colman ve Hugh Grant rol alıyor. 1993’te Güneydoğu’da PKK’ya karşı mücadele veren bir grup askerin yaşadıklarını anlatan ‘Nefes: Yer Eksi İki’nin kadrosunda Murat Yıldırım, İlker Aksum ve Bestemsu Özdemir gibi isimler var. Haftanın diğer yapımlarıysa şöyle: ‘Güneşi Beklerken Simitçi’ (Yön: Serkan Özarslan), ‘Kediler Müzede’ (Yön: Vasily Rovensky) ve ‘Kral Fil’ (Yön: Hadi Mohammadian) ve ‘Demon Slayer’ (Yön: Hirofumi Kurita).

Yazarın Tüm Yazıları