Sinema için Amerikan edebiyatının en bereketli yazarı konumundaki Stephen King’in en iyi romanlarından biri kabul edilen ‘O’ (‘It’), 1990’da bir mini dizi olarak (Tommy Lee Wallace yönetmişti) televizyon üzerinden ilk sinemasal serüvenini yaşamıştı. 1986 tarihinde kaleme alınan metin, şimdi de uzun metrajlı film formatında huzurlarımızda. Maine’e bağlı küçük Derry kasabasında bir grup çocuğun, ‘Palyaço’ kılığındaki (ki ismini kendisi ifşa ediyor: ‘Pennywise’) kötü bir ruha karşı verdikleri mücadeleyi anlatan romanın ilk adımını vakti zamanında izlediğimde çok beğendiğimi ve bazı sahnelerde ürperdiğimi hatırlıyorum. Birçok eleştirmence de vurgulandığı üzere söz konusu dizinin asıl gücü, ‘Palyaço’yu canlandıran Tim Curry’nin performansından kaynaklanıyordu.
‘O’
Yönetmen: Andy Muschietti
Oyuncular: Bill Skarsgard, Jaeden Lieberher, Jeremy Ray Taylor, Sophia Lillis, Finn Wolfhard, Wyatt Oleff, Chosen Jacobs, Jack Dylan Grazer, Nicholas Hamilton, Jackson Robert Scott
ABD yapımı
Yeni uyarlamada ise kamera arkasına Andy Muschietti geçmiş. Genç yönetmenin kariyerine bakıldığında bir-iki kısa film dışında uzun metraj olarak sadece bir gerilim çalışması olan ‘Mama’ (2013) var. Ama ‘O’ üzerinden ortaya çıkan işe bakıldığında sınıfı geçtiğini söyleyebiliriz.
Önce kısaca konu:
Başakşehir gibi bir takıma karşı dikine oynamak, adam eksiltmek gerek. Ne zaman ki Valbuena ve Isla dikine oynamaya başladı, F.Bahçe o zaman etkili olmaya başladı, rakibini de hataya zorladı.
2.SORU: Ozan taraftarlar barıştı, peki performansı?
İkili mücadelelerde ve savunmada çok iyiydi ancak konu hücum olduğunda halen biraz ürkek olduğu görüldü. Genelde yana oynayarak ‘idare etti’, oysa stoper Neto bile daha cesur oynadı.
3.SORU: Başakşehir, bu sezon da zirveyi zorlar mı?
Evet, zira geçen yıla göre artık çok daha iyi bir yedek kulübeleri var. Skor 2-2 olup, momentum F.Bahçe’ye geçmesine rağmen sahneye Kerim çıktı ve takımına çok kritik üç puan getirdi.
Tom Cruise, yıllar sonra bir kez daha göklere uzanıyor. Amerikalı aktör henüz yolun başında rol aldığı ‘Top Gun’da (1986) bir donanma pilotunu canlandırırken adeta kariyerini de uçurmuştu... Son çalışması ‘Barry Seal: Kaçakçı’ (‘American Made’) ise TWA’de (Trans World Airlines) çalışan bir pilotun hayal ötesi bir hayatın akışına kendisini kaptırmasını ve sonrasında da ayakta kalma mücadelesine odaklanıyor. Gerçek hayat hikâyesinden sinemaya uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda Doug Liman (ki ‘Edge of Tomorrow’dan sonra yeniden Cruise’la çalışıyor) var.
BARRY SEAL: KAÇAKÇI
Yönetmen: Doug Liman
Oyuncular: Tom Cruise, Jayma Mays, Domhnall Gleeson, Sarah Wright,
E. Roger Mitchell, Jed Reis
ABD yapımı
Önce kısaca öykü diyelim: CIA, yolculukları sırasında ‘çaktırmadan’ kaçak sigara işine girip küçük çaplı vurgunlar elde eden pilot Barry Seal’in
Ama dün sahaya sürdüğü kadro bu olumlu önyargıyı skora yansıtamadı. Goller ofsayt veya aut pozisyonlardan geldi ama yine de kadro vasat, heyecansız ve umut vermekten uzaktı. Luce’nin bilgeliğine hiç yakışmadı.
Cate Blanchett’ı 13 farklı karakterde karşımıza getiren ‘Manifesto’ vizyon turunu sürdüredursun bu haftanın yenilerinden ‘Yedinci Hayat’ta da ‘Ejderha Dövmeli Kız’ Noomi Rapace, yedi kız kardeşi birden canlandırıyor. Özellikle ünlü masalı farklı bir mantıkla karşımıza getiren ‘Hansel ve Gretel: Cadı Avcıları’yla tanınan Norveçli yönetmen Tommy Wirkola’nın imzasını taşıyan yapım, nüfus problemlerinin yarattığı sorunlar üzerinden gelişen bir distopya...
Filmin konusu kısaca şöyle: Yakın bir gelecekte dünyanın genel gidişatını her şeyiyle etkileyen ve dengeleri değiştiren hızlı nüfus artışı, sistemi radikal önlemlere iter. Bu önlemlerden en önemlisi de, Dr. Nicolette Cayman’ın önerisi olan (tıpkı Çin’de yakın zamana kadar geçerli olan ve geçen yıl kaldırılan uygulama gibi) en fazla bir çocuğa sahip olmaktır. Doğum sırasında hayatını kaybeden Karen Settman adlı bir kadın geride yedi kız çocuğu bırakır. Babası Terrence çocukları alır, onlara haftanın isimlerini (Pazar, Pazartesi, Salı vs.) verir ve gizlice büyütür. Ortada tek bir kimlik (Karen Settman) ve yedi hayat vardır. Ve fakat kızlar büyüyüp sistemin kimi kademelerinde iş hayatına atıldıklarında tehlike çanları çalmaya başlayacaktır...
Senaryosunu Max Botkin-Kerry Williamson ikilisinin kaleme aldığı ‘Yedinci Hayat’ (‘What Happened to Monday’), aslında kâğıt üzerinde ilginç bir fikre sahip. Lakin bu fikrin sahaya yansımasının başarılı olduğunu söylemek pek mümkün değil. Yedi kız kardeşin büyümesi ve sistemle hesaplaşması aşamasında film, sırtını klişelere yaslamaya ve aksiyon kalıpları içinde yoluna devam etmeye başlıyor. Bu arada zorlama sürprizler, ‘gereksiz taramalar’ ve terse yatırmalar çıtayı bir hayli düşürüyor. Bu durumda da başlardaki belli ölçülerdeki mesafeli duruş ve felsefe yok oluyor, öyküye duyduğumuz merak sönüyor.
Filmin başrolünde, İsveçli oyuncu Noomi Rapace’yi izliyoruz.
Close’dan ‘Yakın’ roller...
Oyunculuklara gelince... Noomi Rapace yedi ayrı kişiliğin üstesinden geliyor gelmesine ama bazı sahnelerde senaryonun da ‘katkısıyla’ karikatürize kalıyor. Willem Dafoe, ‘Dede’ Terrence Settman’da her zamankı klasında, Glenn Close ise çocuklar üzerinden totalitarizm üreten sistem bekçisi Dr. Nicoletta Cayman’da, bir anlamda ‘The Girl with All The Gifts’deki karakterini tekrarlıyor gibi. Özel Tim Komutanı Joe’da Christian Rubeck, ‘Pazartesi’ye âşık özel timci Adrian Knowles’ta Marwan Kenzari ve özellikle hırslı bankacı Jerry’de Pal Sverre Hagen gayet iyiler...
Sonuç? İyi başlayıp finiş çizgisini gerilerde bitiren atletlere benzeyen ‘Yedinci Hayat’, ‘distopik filmler’ hanesini genişletmek isteyen sinemaseverler için ehven-i şer bir seçenek...
Çok çalışkan, sahanın yer yerine koşan, pas isabet oranı da iyi bir futbolcu. Bence F.Bahçe Giuliano’yu alarak doğru bir iş yaptı. Bu çalışkan Brezilyalı, takıma faydalı olacaktır. Lakin ikili mücadelelerde ayakta kalmayı öğrenmeli.
'Sex, Lies and Videotape’le Cannes üzerinden ‘Altın Palmiye’yle sinemaya giriş, peşi sıra ‘Kafka’, ‘King of the Hill’, ‘The Limey’, ‘Erin Brockovich’, ‘Traffic’, ‘Out of Sight’ gibi yapımlar... Sonrasında kimi gelgitler yaşasa da kuşağının en verimli ve dikkat çeken sinemacılarından biri oldu Steven Soderbergh. 2013’te ise ‘Side Effects’i çekip ‘The Knick’ adlı televizyon dizisi için kamera arkasına geçerken “Sinemayı bıraktım, ilgimi kaybettim çünkü” mealinde açıklamalar yaptı. Bu durumda kamuoyu böylesi bir değeri kaybettiğini ve artık hatıralardaki filmleriyle yaşanması gerektiğini düşündü. Amma velakin, ‘set tozu’ yuttuktan sonra öyle “Bıraktım” demek kolay mı. Nitekim Soderbergh son filmi ‘Şanslı Logan’la (‘Logan Lucky’) yeniden huzurlarımızda.
ŞANSLI LOGAN
Yönetmen: Steven Soderbergh
Oyuncular: Channing Tatum, Adam Driver, Daniel Craig, Katie Holmes, Seth
MacFarlane, Katherine Waterston, Brian Gleeson, Charles Halford,
Hilary Swank / ABD yapımı
FUTBOLDA özgüven temeldir. Geçen sezon kötü giden takımın günah keçilerindendi. Yoksa transfer edildiğinde itiraz yoktu. Elbet şu an sol açık oynuyor ve haliyle gole de çok yakın.
2.SORU: Yaklaşık 50 bin taraftarın gelmesine ne demeli?
Taraftar yönetime, hocaya veya oyuncuya kızabilir ama takım kazanıyorsa maça gider. Gönül ister skora bağlı olmaksızın maçlara gitsin çünkü taraftarlık kültürü budur.
3.SORU: Wesley Sneijder ihtiyacı ortadan kalktı mı?
3’te 3 yapıldığı için belki Sneijder’ı arayan soran olmaz ama bence bu takım Hollandalı yıldızı arıyor. Çünkü Belhanda, Sneijder’in boşluğunu henüz doldurmuş gibi görünmüyor.