Paylaş
İNGİLİZLER’in ‘odadaki fil’ diye muazzam bir deyimi var: Evinizin salonuna giriyorsunuz. Koltukta bir fil oturuyor. Ama içerideki herkes ondan habersiz gibi, sohbet etmeyi, televizyon izlemeyi sürdürüyor. Fil herkese rahatsızlık veriyor, yemekleri yiyor, ortalığa pisliyor ama nafile. Kimse ondan bahsetmiyor. Görmezden geliyor. Odadaki fil dışında her şey konuşuluyor kısacası... Şu anda Türk futbolunun özeti de galiba bu.
DİBİ GÖRDÜK
Gerçi konu Türk futboluysa, odada birden fazla fil var aslında! Spor kamuoyu da öyle bir aymazlık içinde ki, odadaki filler dışında her şeyi konuşuyor adeta. Sosyal medya çağı gençliğini de takım partizanlığına odaklamışlar; ‘yaşasın Fener, ölürüm yoluna Cimbom, damarımı kessen siyah beyaz akar’ sığlığı dışındaki konularla pek ilgili olmadıkları için memleket gündemi bir ‘salondaki filler manzumesi’ne dönüşmüş durumda. Bugün salondaki fillerden yalnızca birinden bahsedeceğim size. Avrupa’da korkunç bir sezon geçiriyoruz. Eğer Başakşehir bir son dakika mucizesi yaratmasaydı tam 14 sezon sonra ilk kez Avrupa’da şubatı görememiş olacaktık. Halen ülke puanı bazında da son 14 yılın dibini görmüş durumdayız.
YERLİ HOCA SORUNU
Ve bu görülen diple ilgili en az üstünde durulan konulardan biri, teknik direktör yetersizliği. Daha önce de birkaç kez ifade etmiştim, ligde bir yerli teknik adam çetesi var. Asla gelişmiyorlar, gelişeni de sisteme sokmuyorlar. Avrupa’da bu sezon 5 takımımız mücadele verdi, Galatasaray-Beşiktaş-Trabzonspor’un hali içler acısı. Umut veren tek hoca Okan Buruk... Belki Partizan deplasmanına kadar Guilherme hazır olsa, Buruk’un yanına Sergen Yalçın’ı da ekleyebilecektik. Hafta içinde Liverpool yardımcı koçu Pepijn Lijnders’ın bir röportajını okudum. Oyunlarını geliştirebilmek için ne kadar kafa yorduklarını, antrenman metotlarını modernize etmek, dolayısıyla sporcuların limitlerini zorlamak için nasıl tutkulu olduklarını gördüm bir kez daha.
TAKIMIN BOYUNU KISALTMAK
“Bizde antrenmanda bir golün sayılması için, skoru yapan takımın tüm oyuncularının rakip yarı alanda olması gerek. Takım bütünlüğünü geliştirmek (takım boyunu kısaltmak) için bulduğumuz bir yöntem bu. Bizim takım kimliğimiz yoğunluk.”
LIVERPOOL USULÜ ‘BEŞE iKi’
“Antrenmanlarda çocuklar sürekli ‘beşe iki’ çalışmasını yapıyorlardı ama bunun bir süre sonra pek de işe yaramadığını fark ettik. Şimdi yine ‘beşe iki’ yapıyoruz ama ilk 6 pasta topu kazanma zorunluluğu var. İlk 6 pasta ortadaki ikili topu kazanırsa, birlikte çıkıyorlar dışarı. Ya da bu antrenmanı üçerli üç takım halinde yapıyoruz. İlk 6 pasta kazanan üçlü özgürleşiyor. Bizim antrenmanlarımızda en çok duyduğunuz iki sözcüktür ‘geri kazan.’ Topu bir takım kaybettiğinde hemen tüm teknik ekibin bağırdığını duyarsınız ‘geri kazan’ diye.
AYAK TENiSi NASIL DEĞiŞTi?
Ayak tenisi de oynuyoruz, ama bir süre sonra bunun daha faydalı olabilmesi için saha kenarlarını camla kapattık. Böylece topun nereye gideceğini kestirmek zorlaştı. Ayak tenisi bir oyun olmaktan çıktı; hücum eden için emprovizasyon, savunma yapan için refleks geliştirici bir hale dönüştü.
ANTRENÖRLERiMiZ YETERSiZ
GAYET iyi biliyoruz ki, bizim takımlarımız da ‘beşe iki’ antrenmanı yapıyor ya da ayak tenisi oynuyorlar. Ama bu antrenmanların sporcuları geliştirdiğini söylemek zor. Süper Lig’deki itiş-kakışı bir kenara bırakın, Avrupa kupalarındaki performanslar ortada. Süper Lig’e giren futbolcu gelişmiyor. İyi ihtimalle aynı kalıyor. Genelde de geriliyor. Bunun elbette birden fazla nedeni olabilir ama, en önemli sebebin antrenör yetersizliği olduğunu kabul etmemiz lazım artık. Avrupa kupalarındaki 2019-20 sezonu performansımız gösterdi ki, kral çıplak. Odada bir fil var. Ve artık sanırım biraz da bu filden kurtulmak için kafa yormalıyız hepimiz.
Paylaş