Paylaş
İzmir’deki müstakil şube binasının iki katını Başbakanlığa sunup, kapısındaki tabelayı söktürüp üzerine büyük puntolarla T.C. Başbakanlık yazdıran Merkez Bankası yöneticileri, ‘Enflasyon neden tutmuyor? Neden düşmüyor?’ sorularına yeni bir hikâye yazabilecek mi, yazsa da inandırıcı olabilecek mi? Sanmıyorum. Ancak seçim sonrasında istifa ederek en azından kurumun itibarını kurtarabilirler.
Mayıs ayı enflasyonu yüzde 0.56 gelirken, çekirdek enflasyonda Nisan’da beliren yüksek artış tekrarlandı. Öyle ki; Merkez Bankası yıllık hedefi yüzde 5 derken, ilk beş ayda yüzde 5.3’ü buldu. İlk beş aydaki çekirdek enflasyon ise yüzde 4.73 oldu.
Hadi diyelim ki Merkez Bankası’nın ‘efendim ne yapalım gıda fiyatları artıyor, buna ithalatla çare bulunsun’ sözlerini baz alsak, ilk beş ayda gıda, enerji ve diğer kamusal fiyat ayarlamalarını dışarıda bırakıldığı çekirdek enflasyondaki yüzde 4.7’lik artışı neyle açıklayacağız? Bunun açıklaması var tabii ki; kur artışı ve düşük faizler.
Bu tablo belirginleştikçe saklanacak, görmezden gelinecek gibi bir halde değil. Merkez Bankası’nın dünkü teknik enflasyon notunda da yer almış: “Bu dönemde döviz kuru etkilerine bağlı olarak temel mal grubu enflasyonu yukarı yönlü bir seyir izlerken hizmet enflasyonu yüksek seviyesini korumuştur. Bu doğrultuda çekirdek enflasyon göstergelerinin ana eğilimi temel mal grubu kaynaklı olarak yükselmiştir”.
Merkez Bankası yönetimi ‘Ankara’da siyasi baskı altında ne yapsın?’ normalleştirmesine de sığınarak, bu mizansen altında seçime doğru faizleri artırmaktan, parasal sıkılaşma yapmaktan kaçındı. Kur artışına yol verildi. Bu da tüm mal ve hizmetlerde fiyat artışı olarak yansıdı. Devam da ediyor. Özeti bu. İki ayda (Nisan-Mayıs) toplamda kabaca yüzde 4’lük çekirdek enflasyon artışı var ve Merkez Bankası bunu seyrediyor.
Henüz ABD’de parasal sıkılaşmaya geçilmeden yeterince zaman varken, itibarlı bir politika duruşu sergileyerek sonrası için kredibilite yaratmak varken, ‘kör gözüm parmağına’ politik otoritenin suyuna giden, ekonominin geleceği için de fazlasıyla kırılgan bir tablo yaratan duruşa abone olan kurumlara Merkez Bankası’nın da katılması iyi olmadı.
Muhtemelen seçimlerden sonraya denk gelen ilk toplantıda (17 Haziran) ABD Merkez Bankası parasal sıkılaşmaya geçecek. Önce kademeli de olsa faizleri artıracak. Ama bizim gibi ülkeler için asıl vurucu tarafı; bilançosunu küçültmesi ve buna dair yol haritası olacak.
Hele ki Avrupa’da da parasal genişlemenin bir süre sonra sona erme olasılığı güçleniyorken seçim sonrasında kim kazanırsa kazansın, Merkez Bankası da parasal sıkılaşmaya gitmek zorunda kalacak. Ama itibar kazanabilecek mi? Bu duruşla zor.
Erdem Başçı da, çocukluk arkadaşı Babacan gibi ‘mış gibi’ yaparak yönetti. Bunu ‘ne yapsın, başka çaresi mi vardı?’ diye karşılayanlara; ertelenen, hatalı, ambalajlı karar ve politikaların ‘acısının’ sonradan çıktığını, toplum olarak faturayı birlikte ödediğimizi hatırlatırım.
Seçimlerde ne sonuç çıkarsa çıksın, orta vadede kur baskısı devam edecek, buna uygun politika izleme zorunluluğu da. ‘Mış gibi yaparak’ izlenen ekonomi politikasının yarattığı olumsuzlukları, kim kazanırsa kazansın toparlamak zorunda kalacak. Ak Parti kazanırsa bundan böyle ‘mış gibi yaparak’ politika yürütmek de mümkün olamayacak. Başka bir parti ya da partiler koalisyonu kazanırsa onların da işi zor olacak.
Önümüzdeki dönemde ekonomi açıdan ‘imkansız üçlü’ keskinleşecek. Ancak Türkiye ekonomisi için çıkış kapısı ‘imkânlı üçlü’ artık; hukukun üstünlüğünün tesisi-kapsayıcılık-açık bir toplum olmaktan geçecek.
Umarım bu Pazar günü seçmenler; toplumsal uzlaşmayı, çoğulculuğu, hukuku seçerler. Zira toplumsal refahın artışı için bunlara sarılmaktan başka temel bir yol yok.
Paylaş