Paylaş
Malum; 45 yaş altındaki çalışanların bireysel BES katılımı yılbaşında otomatik hale getirilmişti. İşyeri çalışan sayısına göre ve kamuda kademeli bir takvimle katılım gerçekleşecek. BES’e katılımın otomatik olması; sisteme otomatik olarak sokulan çalışanın, çıkma dilekçesi vermediği sürece sistemde kalması demek.
Henüz iki ay tamamlanmadı; ancak henüz ilk kademede ‘firenin’ yüzde 26 olduğunu dünkü açıklamasında Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’ten duyuyoruz. Şimşek, bireysel emeklilik sistemine 12 Şubat itibariyle 980 bin otomatik katılımcı olduğunu, katılımcıların yüzde 26’sının cayma hakkını kullandığını, bunun ardında da Varlık Fonu ile bağlantılı “haksız ve olumsuz bir kampanya hissettiğini” söylüyor.
Aybaşına, gelirine oranla borçlu başlayanlar olasılıkla bu cayma hakkını kullanıyor olmalı. Ama ötesinde, Şimşek serzenişte çok haklı; zira bu ‘olumsuz kampanyanın’ temelleri, bizzat altına imza attığı kararlarda yatıyor. Bahsettiği Varlık Fonu’nun, kendi bakanlığının yönetimi altındaki Hazine’nin yapamadığı hangi işi yapacağını Şimşek bile anlatamadı. Ama hem kendi sorumluluk alanındaki hem de mülkiyeti Hazine’ye ait tüm kamu bankalarını Varlık Fonu’na devreden düzenlemenin altında kendi imzası da vardı. Daha fazlası, Varlık Fonu’nun kurulmasının ne kadar iyi olduğunu da hiç kamuoyuna, şöyle ‘ağız dolusu’ bir heyecanla anlatmadı.
İlişkisi ise şöyle; Varlık Fonu’nun kuruluşu ile BES otomatik katılımın benzer zamanlarda düzenlenmesi tabii ki kuşku yaratıyor. Kaynak ‘fakiri’ bankaların kredi vermeye zorlandığı, mega projelerin de kaynak bulamadığı bir dönemde; BES’e otomatik katılımla gelecek fonların en az yüzde 10’unun Türkiye Varlık Fonu’nun da sayıldığı alanlara zorunlu olarak yatırma, emeklilik şirketlerinin ellerindeki fonların yüzde 30’undan fazlasını başka şirketlere yönettirme gibi zorunlulukların altında Şimşek’in imzası var. Bu yüzde 10’luk ‘zorunlu yatırımın’ artırılması da bir KHK’ya bakar, öyle değil mi?
Ayrıca hükümetin, devletin bütçe, Hazine ve Merkez Bankası gibi üç temel kurumuna paralel işlevler biçilen Varlık Fonu kurması, başlı başına yurttaşlar tarafında da kaygı yaratması çok doğal. Devlet, kendi içinde bile paralel kurumlar yaratıp hem de bu kurumları esaslı bir denetim olmadan çalıştıracaksa yurttaşlar harcanabilir gelirinin bir bölümünü neden teslim etsin?
Varlık Fonu’nun somut olarak ne yapacağını, ilk birkaç yıllık planın ne olacağını bile kamuoyuna açıklamadan, kazancı bütçeye akan kuruluşları bu fona aktarınca; yurttaşlarda, ülke tarihindeki geçmiş deneyimlerin de ışığında, ‘param cebimde kalsın, tasarrufu ben yaparım’ düşüncesi yaratması şaşırtıcı olmamalı.
Takvime göre ilk bir buçuk ayda, ama fiiliyatta maaş ödemelerinin çoğunlukla ay sonunda yapılmasından dolayı ilk 12 günde yüzde 26’lık ayrılma oranı bu ay sonunda olasılıkla çok daha yüksek bir orana ulaşacak.
‘Olumsuz kampanyadan’ çok, işin bir de ekonominin durumu ve yurttaşların geleceğe bakışı ile ilgili tarafı var. O da, bekleyişlerin son dönemde oldukça olumsuz bir seyir içinde olması. Ekonomik Güven Endeksi’nin 2009’dan bu yana en düşük olduğu bir konjonktür; ekonomide durgunluk, kur ve enflasyon artışının bir arada olduğu bir konjonktür. Öte yandan, Olağanüstü Hal uygulaması devam ediyor. Kurallar ve kurumlar bir gecede, Şimşek’in de imzasının olduğu bir KHK ile değişiyor, temel hukuk kuralları askıda. Ticaret bile temkinle yapılır hale geldi. Böyle bir ortamda, ilk başlangıç inisiyatifinin katılımcı tarafından yapılmamış otomatik katılımlı bir tasarruf programına temkinli yaklaşan yurttaşları da anlayışla karşılamak gerekir; bir ‘kampanyanın müşterisi olmaktan çok’, ‘kaygıların müşterisi’ olarak.
Paylaş