Paylaş
Ama aynı zamanda da yatırımcıyı koşar adım uzaklaştıracak nitelikleri olan, hukukun ‘tabutuna çivi çakacak’ tasarılar gündeme alınmıştı. Özellikle yargısal düzenlemelere dair tasarıların, Türkiye ekonomisine derin hasarlar yaratabilecek potansiyeli olduğunu görmek gerekiyor.
Bunlardan biri, Danıştay ve Yargıtay düzenlemelerini içeren bir tasarının Meclis’e sunulması, diğeri de kayyumluk kurumunun yeniden düzenlemesine dair çalışmalar. Yüksek yargının sıfırlanması demek olacak bu girişimle; zaten çökmüş bulunan güçler ayrılığı, Anayasal güçlerin yürütme egemenliğinde bütünleştirilmesiyle sonuçlanacak. Giderek liyakat ve kurumsal çerçeveyi kaybeden bu yapıdaki bir yargı, ülkemizi hukukun üstünlüğünden daha fazla uzaklaştıracak.
Yüksek mahkemelere dair bu düzenlemeler yanında, Ceza Yasası’nda yapılacak değişiklikle, mahkemelerce yapılan kayyum atamalarının kapsamı genişletiliyor. Son dönemde tanık olduğumuz hali ile özel mülkiyet haklarına el koyan ve ticari yapıları küçülten, pazardaki konumunu tahrip eden sonuçlar ortada. Politik şemsiye altındaki özel mahkemelerle, bir çeşit ‘özel cezalandırmaya’ uzanan tablolar, bu düzenleme ile çok fazlasıyla sergilenebilecek.
Özellikle de kayyum atamalarının Sermaye Piyasası Kanunu’nun 110. maddesini de kapsayacak hale getirilmesi, ekonomiye büyük bir risk getirecek; sonuçları sadece potansiyel olarak siyasetçilerin ‘karşısına düşen’, onların suyuna gitmeyen şirketlerle sınırlı kalmaz, mevcut keyfi yönetim sicili ile Türkiye’den sermaye kaçışına kapı açabilecek kadar ciddi sonuçları olabilecek bu düzenleme. Politik şemsiye altındaki özel mahkemeler eliyle, keyfi biçimde ‘gözünün üzerinde kaşın var’ bahaneleri ile şirketlere kayyum atanabilir hale gelecek. Hatta yakın örneklerden gördüğümüz gibi, partili kayyum bile atanabilir. Mevcut deneyimlerin ışığında, yeterince korkutucu.
Gerekçe mi, bahane mi? Herhangi bir sözleşmenin, hatta iskontolu mal satışının bile “piyasa teamülleri, ticari hayatın ilkelerine aykırı olarak farklı fiyat, ücret, bedel, şartlar içeren anlaşmalar veya ticari uygulamalar” yapıldığı gerekçesi ile ‘güveni kötüye kullanma’ suçlamasıyla potaya girmesi işten bile değil. Sonrası, sanki ‘millileştirilmiş’ gibi keyfi ve politik güdümlü kayyum uygulamalarına maruz kalmak, yıllar içinde kurduğunuz ticari yapının acımasız biçimde, hukuksuz biçimde çökertilmesi.
Bu düzenlemelerin getireceği bir başka güçlü risk de, Türkiye’nin kurumsal yapılarını, yönetişim temellerini kaybetmesi nedeniyle kredi dereceleme notunun tehlikeye girmesidir. Ankara siyaseti tüm bunları ‘ilmek ilmek’ örerken, ‘Meleklerin cinsiyetini tartışır gibi’ faizlerin yatırımcılar önünde en önemli engel olduğunu anlatıyor.
Dünyanın neresinde olursa olsun, başka bir ülkede yatırım yapacak bir yatırımcının ilk bakacağı şey faiz oranları değildir. İlk bakılan, ‘Bu sahada oyun oynanır mı?’ sorusudur. ‘Saha’, o ülkedeki hukuktur. Hukuk, size ve iş yaptığınız paydaşlara aynı mesafeden ayrımsız, adaletli ve hızlı biçimde uygulanıyor mu? İşliyor mu? Tedarikçileriniz, müşterileriniz, çalışanlarınız, kamu kurumları, belediyeler, kamusal denetleyiciler, vergi otoritesi.
Ülkedeki hukuk, bu paydaşlar kadar, rakiplerinize de aynı mesafeden işleyeceğine dair yeterli güvence sunuyor mu? Bunun nihai beden bulmuş hali de, bu mesafeyi başkaları lehine değiştirme kapasitesine potansiyel olarak sahip olan siyasi yürütme gücüne karşı, denge ve denetleme mekanizmalarının, bağımsız yargının olup olmadığı, hukuksuz eylemlere karşı bir durdurma, düzeltme ve bunu ortadan kaldırma mekanizmasının olup olmadığıdır. Sonuçta, güçler ayrılığının sağlam temellere oturup oturmadığıdır. Türkiye hızla bunları kaybediyor.
İyi bir çerçeveye oturtulmuş kurumları ve kuralları olan, denge ve denetleme mekanizmaları çalışan, akşamdan sabaha kural ve kurumların keyfi olarak değiştirilmediği ülkelerde sürprizler olmayacağından; uzun vadeli faizlerin nerede olduğu işte o zaman gerçekten de önemli bir faktördür.
Paylaş