Paylaş
CHP’nin seçim beyannamesindeki taahhütler şu önemli noktayı kamuoyunun gündemine taşıdı; hesap verme konusundaki evlere şenlik durumumuz açığa çıktı.
İktidar partisi bakanları CHP’nin vaatlerinin gerçekçi olmadığını savunurlarken, olasılıkla 2011’de seçim taahhüdü olarak koydukları 2015 ekonomik hedeflerinin epeyce altına kalmamızın psikolojisini taşıyorlardı. Sahi hedefler neden tutmamıştı?
AK Parti’nin 2011 seçimlerinde ilan ettiği 2013 hedeflerinin altı dolu olmadığı için, bu hedefe gidebilecek politika tasarımı olmadığından o günden tutmayacağı belli idi. Nitekim o hedefler artık olanaksız. Oysa en yakını, 2011’den 2015 için koyduğu hedeflerdi; GSYH hedefi 1.076 milyar dolar, kişi başı milli gelir 14 bin 46 dolar ihracat da 201.2 milyar dolardı. 2015’i olasılıkla geçen yılki 800 milyar doların üç-beş milyar dolar üzerinde kapatacağız; yani hedefin yüzde 25 altında. Ya kişi başı milli gelirde? O da kabaca yine yüzde 25 altında. İhracat ise yüzde 20 altında gerçekleşecek görünüyor.
İkinci bir açı da, Meclis’te bütçe görüşmeleri sırasında hesap verebilirlik, saydamlık, açıklık konusunda sınıfta kalan, Sayıştay denetiminde hangi kurumun ne kadar kaynak kullandığının ayrıntılı tablolarını çıkaramayan Maliye’nin bakanı bir gecede muhalefet vaatlerinin kaynak tablosunu çıkarmıştı. Ama muhaliflerine göre, 57 milyar TL tutan vaatler şişirilmişti. 150 milyar TL’lik kaynak ihtiyacı olduğunu iddia eden Bakan Şimşek’ten kalem kalem tablo talep ettim ancak alamadım.
Bütçe hakkı konusunda hiç iyi bir sınav vermeyen iktidar partisi, muhalefetten gelen bir politika tercihi tablosu karşısında alarma geçmişti. Hatta öyle ki; bugüne kadar mali yapının sağlamlığında, Türkiye ekonomisinin dayanıklılığından bahseden iktidar temsilcileri; muhalefetin GSYH’nın yüzde 2.9’u kadar ilave harcama yapacağını, bunu da kaynak tahsisindeki tercihleri değiştirerek kaynak bulacağını açıklaması karşısında, ülkenin bir buçuk yılda IMF’nin kapısına gideceğini söylemeye başladılar. ‘Yunanistan öcüsü’ ile korkutmaya başladılar.
Peki, bugün küresel yavaşlama derinleşmesi karşısında ihtiyacı olacak genişlemeci maliye politikasını yüzde 1-2’lik bütçe açığı ve yüzde 35’in altında borç stoku yapısıyla başka hangi ülke uygulayabilecek durumda? Eğer ‘emeklilere iki ikramiye’ analojisinden yola çıkarak bu taahhütler ile sonunda Yunanistan’ın durumuna düşeceğimize işaret ediliyorsa; mali tablolar ve istatistiklerde yapılan tahrifat ve kurumsallaşmış yalanların da aynı mı olduğunu sormamız gerekiyor?
Seçim vaatleri konusunda iktidar partisindeki ve muhalefetteki ekonomi kurmaylarının en başta mutabık olmaları gereken temel konu, en başta kamusal ekonomik faaliyetlerin şeffaflığının sağlanması olmalıdır; hesap verme, şeffaflık ve dürüstlük. Seçime giderken verilen vaatlerin kaynaklarının ya da kaynak tahsisini nasıl değiştireceğinin objektif ve açık biçimde konulması da bu tablonun bir parçası olmalıdır.
Kamu yönetimi alanında uzman Şerif Sayın hatırlattı; Avustralya’da 1998’de yürürlüğe sokulan yasa niteliğindeki Bütçe Dürüstlüğü Sözleşmesi’ne göre, seçimden önce yasal süreç başladığında Başbakan’ın hükümetin kamuya açıklanan projelerin maliyetlerinin çıkarılması ve raporlanması için Hazine ve Maliye müsteşarlıklarına talimat vermesi söz konusu. Aynı biçimde, muhalefet liderinin de muhalefetin seçim taahhütlerinin mali boyutu ve yükü konusunda aynı çalışmayı yapmayı talep etme hakkı var. Yani vaatlerin ekonomik boyutu hakkında en teknik ve gerçekçi sayılar kamuoyunun önüne konuluyor.
Avustralya bütçe hakkı konusunda en şeffaf ve hesap verebilirliğin en yüksek olduğu bir ülke. Mali kurallı ve güçlü bir ekonomi politikası var. 2009’da çoğu gelişmiş-gelişen ülkeler ekonomik daralmaya girerken Avustralya’nın büyümesi, ortalama yüzde 3.5’tan sadece yarıya düştü.
Paylaş