Paylaş
İSO-500 verilerindeki şu iki gelişme belirgin biçimde ön plana çıkıyor:
Birincisi, faiz takıntısı ile kurları zıplatan politikaların reel kesime faturası, İSO-500 şirketlerinin bilançosuna yeniden ‘mühürlenmiş’. 2015’de dolar kurunda yüzde 25’lik artışın, 180 milyar dolarlık açık pozisyon taşıyan reel kesim şirketlerine hasarının bir bölümü burada ortaya çıkmış. Hızla borç yapısı yükselen İSO-500 şirketlerinin, ‘finansman giderleri’ kalemi de yüzde 75 gibi çok yüksek oranda artmış.
Bunun en büyük nedeninin döviz kuru artışı olduğunu biliyoruz. Hem borcun bilanço içindeki payını artıp öz kaynak payını azaltıyor, hem de kur zararı aynen 2013’de olduğu gibi; bir önceki yıla göre sert kur artışı bilançoya esaslı bir zarar yazdırıyor.
2014 ‘finansman giderlerine’ bakınca 2013’e göre yüzde 16 azalmıştı. Nedeni kur artışının enflasyon kadar olmasıydı.
Bu tabloya karşın, popülist bir koro hâlâ kredi faizlerini ya da bankaları öne çıkarmaya devam ediyor. Oysa ki çok açık; kur artışı ilk 500 gibi ekonominin en ‘prima’ şirketlerine esaslı bir zarar yazdırmış. Kur hasarının faizin verdiği hasara göre ağır olduğunun ‘deftere yazılmış’ hali bu.
Faiz demişken, Merkez Bankası verilerine göre; bankalarca açılan kredilere uygulanan kredi faizlerinin yıllık ortalamada 2015 yılında 2014’e göre sadece 0.60 puan arttığı görülüyor. Bunun da İSO-500 şirketlerinin borcunun tamamının TL olduğunu varsaysak bile getireceği ilave yük 2 milyar TL bile etmiyor.
Oysa İSO-500 şirketlerinin ‘finansman gider’ artışı 12 milyar TL. Tablodan görülüyor ki; kur artışı olana kadar İSO-500 şirketlerinin finansman giderlerinin faaliyet kârına oranı yüzde 34 iken, kur artışının ortaya çıkmasıyla 2015’de yüzde 63.4’e fırlamış.
Neyse ki İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, ekonomik temellerinden kopuk bir ‘düşük faiz’ slogancılığının sanayiyi getirdiği bu tablonun farkında görünüyor; “Türkiye’deki sanayinin finansmandaki sorunların derinliği sadece bankalara yüklenerek ‘faiz düşür’ şeklindeki bir kısır kavga ile aşılabilecek bir noktanın ötesine geçmiş vaziyette” diyerek, “başta yapısal reformların yapılması ve sanayi ile ilgili yeni bir hikayenin yazılmasını” seslendirmiş.
İkincisi ise çok çarpıcı; İSO-500 sıralamasında yabancı sermayeli kuruluşların sayılarındaki gerilemenin 2015’de de hızla devam ettiği görülüyor. 2009’da 153 şirketle (üçte bir) zirveye çıkan yabancı kuruluş sayısı, 2015’de 125’e (dörtte bir) gerilemiş. Bu sayının son 12 yılın en düşüğü olduğu dikkat çekiyor. Herhalde politika yapıcıların kendilerine sorması gereken soru da burada; neden yabancı şirketler listeden düşüyor? Neden ilk 500’de yer alan şirketler yabancılar için çekici değil?
2009 küresel krizinin gelişmiş ülke şirketlerinde potansiyeli büyük gelişen dış pazarlara açılma getirdiği görülüyordu. Oysa Türkiye’de doğrudan yatırımlar olduğu yerde sayıyor. Milli gelir içindeki özel yatırımların da 2011 yılındaki seviyesinde kaldı; büyümeye katkı vermiyor. Yabancı sermayeli şirketlerin ‘sanayinin 1. liginden’ uzaklaşmalarının, Türkiye’nin ‘gelecek hikayesinin’ olmaması ile ilgisi olabilir mi?
Hatta bu uzaklaşmanın 2011 sonrası belirginleşmesi ile Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığının hasar görmesi arasında güçlü bir ilişki olmalı.
Türkiye’nin, içinde bulunduğu politik krizden kurtulmadan ekonomide de yeni bir hikâye yazması giderek zorlaşıyor. Ekonominin ana ‘motoru’ sanayi kesiminin de bu süreçte, kârsızlıkla kur zararı döngüsü içinde kendine yol açması neredeyse imkansız.
Paylaş