Paylaş
Tartışmalar alevlenince belirginleşmeye başladı.
Taahhütlerin maliyetini doğru ölçmek için belli bir zaman ufku içine sığışan taahhütlerin getireceği ilave maliyetlere bakmak gerekiyor. CHP’nin ‘ilk 100 gün’ ve ‘İlk bir yıl’ ufuklu taahhütlerine dönük olarak Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak’ın açıkladığı verilere bakılırsa yıllık ilave 57 milyar TL’lik bir yük getiriyor. Bu, GSYH’nın yüzde 2.9’una karşılık geliyor. İlave maliyetin büyük bölümü, emeklilere çifte ikramiye ile Aile Sigortası ile verilecek ek desteklerden geliyor; 24’er milyar TL tutuyor. Bu iki kalem toplamda GSYH’nın yüzde 2.4’ü oranında ilave harcama yaratacak.
Faik Öztrak, bu harcamaların gelir etkisi olacağını dolayısıyla milli geliri ve vergi gelirlerini büyüteceğine dikkat çekiyor. Öztrak, 470 milyar TL’lik bütçeye ilave olarak diğer kamu harcamaları ile beraber genel devlet harcamalarının 752 milyar TL olduğuna işaret ederek, bu büyüklük içinde kaydırmalarla ve kesintilerle kaynak sorunu olmayacağını söylüyor. Ayrıca vergi tahakkuk ve tahsilatı arasındaki farkın geçmişten gelen birikimle de 183 milyar TL olduğunu, bağımsız vergi idaresi ile bunun yüzde 10’nun bile tahsil edilse fark yaratacağını anımsatıyor. Öztrak’a göre, kamu borçlanmasında artış bile düşük olasılık.
GSYH’nın yüzde 3’üne yakın bir harcama artışı temel olarak gelir ve servet eşitsizliğini hedef alan politikalara akacak. Bu açıdan ‘müdahaleci’ bir açısı var. Hele ki 2001 krizinden bu yana sadece gelir artışı ve kısmi olarak sosyal desteklerle iyileşen ancak 2009 sonrası bu iyileşmede durgunluğa giren eşitsizlik sorununa müdahaleye kimsenin itiraz olmaz sanırım. Tabii ki ek maliyet ve kaynak tartışması olacak; bu rasyonel ve adaletli kaynak tahsisi önceliğini de toplumda iyi bir yere taşır. Nitekim kamuoyunda ‘saraya harcanan para’ çerçevesinde tartışmalar yapılmaya başlandı bile.
Diyelim ki CHP’nin bu taahhütlerinin yarısı bütçe açığı olarak yansıdı; bu ilave borçlanma demek. Kabaca GSYH’nın yüzde 1-2’si kadar ilave borçlanma, güven veren bir politika duruşu ile hele ki koalisyon bile olsa zor değil. Bunun sürdürülemeyeceği iddiası ise akla hemen şunu getiriyor; iyi yönetildiği iddiası içinde hiç mi bütçe esnekliğimiz yoktu? Küresel ekonomilerin durgunluğa girmesi halinde ki genel tablo pek de sevimli değil; kamu harcamalarını artırmak, genişlemeci politikalar izlemek gerekmeyecek miydi? Hükümet Türkiye’nin bütçe ve borç rasyoları ile övünürken, GSYH’nın yüzde 2-3’ü oranında bir harcama artışını (ki yoksulluğa müdahale özelliği var) taahhüt eden bir programı üstlenecek, karşılayacak bir kapasitesinin olmadığını nasıl iddia edebiliyor?
Kaldı ki; 2008 yılında faiz dışı harcamaları GSYH’nın yüzde 18’i kadarken, harcamalar 3 puan artırıldı ve GSYH’nın yüzde 21-22’sine ulaştı. Kriz mi çıktı? Türkiye IMF’ye mi başvurdu? Tersine IMF’yle olan anlaşmasını bitirecek koşullara sahipti. Bununla da övünüldü.
Doğru soruları tartışmak gerekiyor; Türkiye 2002 koşullarında mı? Hayır. Yoksulluğa müdahale edebilecek esnekliğimiz yok mu? Var.
Paylaş