Milli enerji; daha fazla rüzgâr ve güneş

Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın dünkü “Milli Enerji ve Maden Politikası” sunumunda Türkiye’de elektrik üretiminin dağılımı şöyle veriliyordu; yüzde 33.7 kömürden ki yerli ve ithal kabaca yarı yarıya, yüzde 32 doğalgazdan, yüzde 24.6 su kaynaklarından, yüzde 5.6 rüzgârdan sağlanıyor. Geriye kalan 3.9’un da diğer kaynaklardan elde edildiği açık.

Haberin Devamı

Sorunumuz şu; su, rüzgâr ve kömür gibi yerli kaynaklarla ürettiğimiz elektriğin toplam üretim içindeki payını yüzde 49.3’e çıkarabilmişiz. Gerisi, başta ithal doğal gaz olmak üzere ithal kömürden oluşuyor. Elektrik dışında diğer enerji ithalatını da hesaba katıldığında son 10 yıldaki her yıl ortalama 44 milyar dolarlık petrol ve doğal gaz, 10.6 milyar dolar da maden ithalatı olmak üzere toplam 54.6 milyar dolarlık bir ithalat faturası var.

Ekonominin çarklarını döndüren enerji kaynaklarının yarısının bile ithal ediliyor olması, en başta makroekonomik sürdürülebilirlik açısından baskıyı devam ettiriyor. Nihayetinde kur baskısı ile vücut buluyor ve maliyet şokları yaratıyor.

NASIL SORUSUNUN YANITI

Enerji politikasını; arz güvenliği, yerlileştirme ve öngörülebilirlik gibi üç ana aksa oturtan Ankara’nın, bu çerçevede üretim, dağıtım, depolama, kaynak çeşitliliği, sürdürülebilirlik üzerine planları anlatıldı. Her konuda olduğu gibi “nasıl?” sorusunun yanıtını daha belirgin hale getirmekle ve enerji konusundaki paydaşlara daha uzun vadeli ve somut bir perspektif vermekle güven verilmesi mümkün.

Haberin Devamı

Toplamın yüzde 16.3’ünü sağlayan kömüre dayalı elektrik üretiminin son bir yılda yüzde 23 arttığı anlatıldı. Toplam üretimin yüzde 5.7’sini oluşturan rüzgâra dayalı üretimin ise yüzde 31 arttığı. Bakan hedefi; kurulu kapasitesi saatte 7.5 Giga Watt (GWh) olan yenilenebilir enerji üretiminin 10 yılda, 10 GWh rüzgâr, 10 GWh güneş olmak üzere toplam 20 GWh seviyesine çıkarmak olarak anlattı. Bu konuda, Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF Türkiye) gibi sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporlarda, yenilenebilir enerjiye öncelik veren bir elektrik enerjisi politikasının maliyetinin, kömüre dayalı bir politikadan daha yüksek olmadığı, ayrıca sera gazı emisyonlarındaki artışın durdurulmasına ve dış ticaret açığının azaltılmasına yardımcı olacağı savunuluyordu. Bu açıdan, “Türkiye’nin 2030 yılında enerji talebinin yarısını yenilenebilir kaynaklardan karşılayabileceğine” dikkat çekiliyordu.

YERLİNİN PAYI ARTACAK

Haberin Devamı

Bakan Albayrak daha çok ‘icraatın içinden’ nitelikli bir sunumu yaparken, hedefin yerli kaynakların payının en az üçte ikiye çekmek olduğunu söylüyordu. Benim de, bu yatırımların finansmanın nasıl olacağı sorusu aklımda idi.

Özellikle elektrik üretim tarafında, hangi kaynağın ne derece finansman bulacağı en temel soru. Amaç yerel kaynaklarla üretimin payını artırmak ise elde yatırımlar için potansiyel iki ana kaynak kalıyor. Terazinin bir tarafında güneş ve rüzgâr, diğer tarafında kömüre dayalı üretim kalıyor. Finansman konusunda ise güneş ve rüzgârın kaynak bulması daha kolay. Artık tüm gelişmiş ülke finans kuruluşları “Ekvator İlkelerine” uyum kriteri taşıyor. Hele ki yurtiçindeki bankalar bile kurumsal çerçevede bu kurallara uyuyor. Güneş ve rüzgâr santrallerinin finansmanı, karbon emisyonu canavarı olan termik santrallerin finansmanında kat kat daha fazla destek buluyor.

Haberin Devamı

Halihazırda yüzde 31 civarında olan su ve rüzgâra, içinde jeotermal ve güneş olan yüzde 3.9’luk diğer kaynakları da eklerseniz yenilenebilir enerjinin payı yüzde 34’ü buluyor. Toplam elektrik üretiminin en az yarısı için, ilave yüzde 15’lik bir pay sağlanması gerekiyor. Yani yol çok uzun.

Ayrıca, gelecekteki elektrik üretiminin yüzde 10’unu nükleer enerjiyle sağlama düşüncesi, kağıt üzerinde cari açık gibi açmazları mekanik biçimde çözeceği düşünülebilir. Ama işletme modeli ne kadar ‘milli’? Ayrıca toplumun ve özellikle bu santrallerin kurulacağı yerlerdeki yerel yönetim ve halkın ne kadar onayını alıyor?

 

Yazarın Tüm Yazıları