Paylaş
Bir merkez bankası, kendi bastığı paranın faizini bırakıp değer seviyesini etkilemek için başka bir merkez bankasının bastığı paranın faizi ile uğraşıyorsa baştan kaybetmeye mahkûmdur. Bizim Merkez Bankası’nın yaptığı gibi. Nitekim döviz kurundan görülüyor.
Merkez Bankası dün bankalara borç dolar verirken kullandığı depo faiz oranlarını yüzde 3’ten yüzde 2.75’e indirdi. Bu, yılbaşından bu yana yaptığı beşinci indirim. Bunun tek bir mesajı var; ‘piyasadan TL karşılığı dolar satın almayın, ben size daha ucuz faizle dolar borç veririm’. Sorun şurada; o dövizleri satın almak için gereken TL’nin pahalı hale gelmesi kuru frenlemekte daha etkili. Merkez Bankası, döviz kurundaki yükselişi, kura baskı yapan döviz talebini baskılamak için kendi faizini değil de başkalarının bastığı dövizin faizini etkilemeye çalışıyor. Daha doğrusu bunu ilan ettiğinde piyasanın etkileneceğini sanıyor. Tabii ki işe yaramıyor. Çünkü o faizini düşürerek borç vermeye hazır olduğunuz dövizler, yani rezerviniz; eğer bir yıllık kısa vadeli borçlarla bir yıllık cari açığın toplamının sadece yüzde 60’ı ise kimse sizi ciddiye almaz.
Merkez Bankası sözüm ona piyasa ‘sinyal etkisi’ olsun diye döviz depo faizini aşağı çekiyor olsa da; ülkenin içinde olduğu bu tabloda, döviz faiziyle sinyal vermeye çalışan bir merkez bankasına sorarlar; kendi faizinizle ne yapacaksınız?
Son bir ayda yüzde 8 kur artışı
Temmuz sonundaki Enflasyon Raporu sunumu sırasında başkan Erdem Başçı şunu söylemişti; ‘para politikasında sadeleşmeye gideceğiz’. Önce bir rapor hazırlanacağı, ardından da Para Politikası Kurulu’nun bu rapora göre karar alacağı açıklandı.
Şimdi Salı günü toplanacak olan Para Politikası Kurulu toplantısında Merkez Bankası’nın bir karar alması gerekiyor; hem de hemen alması gerekiyor. Zira TL’nin ucu açık değer kaybı hem reel kesimi, hem de hane halkını fena halde yakmaya hızla devam edecek.
Birinci partinin koalisyon kurma yerine seçimlerin yenilenmesi arzusunda olması, yeni seçimlere doğru gidilmesi, koskocaman bir belirsizlik tablosu ortaya çıkardı. Ekonomideki mevcut kırılganlıklara ilave olarak herhangi bir ekonomi politikası çerçevesinin yokluğu en az Ocak ayına kadar sürecek. Bu sürede, FED’in faiz artırımından, Avrupa ve Uzakdoğu’ya kadar uzanan diğer uluslararası gelişmelerin etkileri yansıyacak. Uzun süredir beklemede olan kredi derecelendirme kuruluşları da olmadığı kadar not indirimine yakınlar. Bunda, uzun süredir rafta bekletilen reformların en iyimser tahminle en az 6 ay daha rafta kalacak olması da önemli bir gerekçe olacak.
‘Dövizlerin cinsiyeti’
Bu belirsizlik ve olumsuzluklar içinde Merkez Bankası’nın hâlâ ‘faizi hangi orana getirerek sadeleştirelim?’ sorusuyla uğraşması, hâlâ başkalarının bastığı paranın faizi ile ‘müdahale ediyor’ görüntüsü çizmekle zaman geçirmesi; Bizans’ın son günlerinde ruhban kesimin ‘meleklerin cinsiyeti’ üzerine olan tartışmalarına benziyor. Ne merkez bankacılığının yeniden keşfine ihtiyaç var; ne de bu ‘keşfi’ zamana yayıp felsefe yapacak, harcanacak zaman var. Basit bir örnek; son bir ayda döviz kuru artışı yüzde 8 oldu. Evet; neredeyse Türkiye’deki son 10 yıldaki ortalama yıllık enflasyon oranına yakın bir kur artışı, bir ayda oldu. Bu tek başına dolarizasyon için, döviz tutmak için teşvik edici bir durum. Bunun enflasyona yansıması da kabaca 1.5 puana yakın olacak. Hele ki gıda ürünlerine yansıma daha yüksek olduğu görülüyor. ‘Kuru salalım’ fikrini Türkiye’nin rekabetçiliğinin artacağı payandası ile açıklamaya çalışanların çok yanıldıkları, son bir yılda sofraya yansıyan enflasyonla görüldü. Hem de ihracatta artış bir yana düşüş yaşandı. Öte yandan aşırı döviz borçlusu banka dışı şirketler kesimi devasa zararlar yazıyor.
Tüm bu fotoğraf içinde döviz kurunun önü açılıyor; dolarizasyona kapı açılıyor. Halk döviz tutmaya ‘tahrik ve teşvik’ ediliyor.
Paylaş