Paylaş
Sadece peso değil, diğer gelişen ülke paraları da değer kaybetti; TL de. O seçimden 1 hafta sonra 14 kasımda, pesodaki değer kaybı aybaşına göre yüzde 10’u aşmıştı. TL’de ise yüzde 5’te idi. Bu etkiye ‘Trump etkisi’ denildi. Trump görevi devralana kadar bu kur artışı devam etti. Dolar Meksika pesosuna karşı yüzde 16 artarken, TL’ye karşı yüzde 23 artıyordu.
Meksika’da “bize duvar örüyorlar” diye ağlayan olmadı; Meksika Merkez Bankası parasını korumak için üstüne düşeni yaptı. Faizleri ekim sonundan bu yana 1.5 puanlık artışla yüzde 6.25’e yükseltti. Enflasyon hedefinin ise yüzde 3 olduğunu, faizin de cari enflasyonun çok üzerinde olduğunu not düşelim.
“Gelişen piyasa paraları çok değer kaybetti” konuşmaları başlayınca, Meksika özelinde biraz da ABD’den görece daha yumuşak sözler sarf edilince, gelişen ülke paraları toparlanmaya başladı. 3 Martta TL’deki değer kaybı 1 kasıma göre yüzde 20 iken, Meksika pesosunda yüzde 6’ya gerilemişti. Üstüne üstlük, Meksika Merkez Bankası faizi sıktıktan sonra dün bir de vadeli döviz satış penceresi açtıktan sonra; yüzde 3 daha değerlenme oldu ve ‘Trump rüzgarından’ Meksika’nın kur kaybı toplamda sadece yüzde 3’e düşmüş oldu. ‘TL’ye ne oldu?’ diyorsanız; dünkü Meksika etkisinden sadece yüzde 1.5 yararlanabildik. Ama kasım başından bu yana yaşanan tüm bu olan bitenden sonra tek başımıza yüzde 18.5’lik kur artışı ile kalakaldık.
Türkiye’de paramız değer kaybettiğinde, “Gelişen ülkelerde tüm paralar değer kaybediyor, bizde de oluyor” diye açıklayan siyasetçiler, neden o gelişen ülkelerin bu durumla karşılaştıklarında ne yaptıklarını da örnek almıyor?
Ocak ayında bizde de Merkez Bankası parayı sıktı, ama bunun geçici olduğunu vurgulayarak. Resmi faizlerini sadece 0.75 puan artırırken, bankaların günlük ihtiyacı olan likiditeyi günün geç saatine kadar bekleterek normalde politika aracı olarak kullanılmayan yüzde 11’lik ‘geç likidite penceresi’ne düşürerek bu sıkılığı sağladı. Bir yandan da, uzun vadeli tahvil faizlerini düşürmeye çalışan operasyonlara imza atarak.
Bu kur artışına kararlı ve kalıcı bir politika tepkisi veremeyen Merkez Bankası, ekonomideki çapayı da sürükledi. Birkaç aydaki yüzde 20’luk kur artışı enflasyonu da yüzde 10’un üzerine fırlattı. Yani hedefin iki katına.
Şimdi şöyle bir tablo var; Merkez Bankası ne kur artışına ne de enflasyona kararlı bir politika tepkisi veremeyince bankaların Hazine ihalelerine olan talebinin de kaydığı görülüyor. Nereye mi? Enflasyona endeksli tahvillere. Önceki gün yapılan Hazine ihalelerinde TÜFE’ye endeksli 10 yıllık tahvillere gelen rekor talebin sırrı, mali piyasada giderek artan şu eğilimde; ‘Merkez Bankası’nın izlediği para politikası ile enflasyonu dizginleme çabası yok, ancak enflasyona endeksli tahvillerle başımızın çaresine bakalım’.
Merkez Bankası’nın yönetimi ise 16 Mart günkü toplantısında faizleri artırmadan pas geçebilmek için giderek gün içinde piyasada kalan para miktarını boğmaya, daraltmaya çalışıyor.
Banka şubat başından bu yana, bankaların gün içinde erişebildiği para miktarını, günlük ihtiyacın yüzde 35’i kadar tutarken, kalan yüzde 65’ini de saat 16’dan sonra olanaklı kılıyordu.
Mart başından bu yana, saat 16’ya kadar Merkez Bankası’ndan sağlanabilecek likidite miktarını da daraltmaya başladı. Öyle ki; bankaların günlük toplam likidite ihtiyacı kabaca 100 milyar TL iken, 6 mart günü bunun sadece 22 milyarı saat 16’ya kadar alınabiliyordu.
Şimdi öyle görünüyor ki banka bunu daha da daraltarak kabaca 10 milyara düşürmeye hazırlanıyor. Bloomberg’in haberine göre; bankaların gün içi avans gibi kullanabildikleri ‘Gün İçi Limit’in, kendi bünyesindeki Bankalararası Para Piyasası limiti ile aynı olacağı bildirildi. Bu durumda, banka saat 16’ya kadar hiç para vermeden ama sadece 10-11 milyar TL ile piyasayı sıkıştırabilecek. Böyle bir durumda, ödemeler sisteminde EFT’lerin yapılması bile zorlaşacak, gecikecek.
Tabela faizini artırmamak için para miktarını sıkmak, bunu da ödeme sistemlerine yansıtacak bir patikaya sokmanın bedeli reel ekonomide 2001 benzeri güven kaybına kadar uzanabilir. Başka bir ülkede olsaydı; “kriz mi çıkarmaya çalışıyorlar?” diye sorarlardı. Meksika şimdilik önlemlerle atlattı ama Türkiye kendi ‘duvarını’ kendi örüyor.
Paylaş