Paylaş
Bu sözleri, Nobelli iktisatçı Paul Krugman, bir diğer iktisatçı Rudiger Dornbusch’un Meksika krizi üzerine söyleşisinden aktarıyor.
Son 15 gündeki veri ve haber akışı gösteriyor ki; küresel ekonomide belirgin oyuncu olan ülkelerin, ekonomilerin hikâyelerindeki ayrışma belirginleşiyor. İşte bu yüzden, 2008-2009 krizi patlak verdiğinde her ekonomin ve ülkenin ortak sorunu olan konular ve öncelikler, aradan geçen 6 yıl sonra şimdi farklılaşıyor.
İyi bir büyüme ivmesi yakalayan ve temel hedef olarak istihdamı ve işsizliği öne geçiren ABD, her ne kadar işgücüne katılım oranında gerileme yaşasa da işsizlik oranını 2008 seviyesine çekti. Bunu, rehavete kapılmadan sürdürülebilir kılmak istiyor. ABD’de Merkez Bankası artık uzunca süre sıfıra yakın tuttuğu faizleri yükseltmek ve 4 trilyon dolarlık parayı piyasadan çekme peşinde olacak. Bu da gelişen ülkeler için ‘baş ağrısı’ yaratacak.
Avrupa, finansal krizi bir türlü atlatamadı; bankacılık sistemi sorunlu. Sermaye konulması gerekiyor. 2008-2014 arası dönemde iki kez girdiği resesyona yeniden girme, hatta deflasyon tehlikesi ile karşı karşıya. 2011 sonrası bol para basmak, büyük bir felaketten kurtardı belki ama paraya talep de yok. Kredi talebi yok. Çünkü borç ve bilanço küçültme eğilimi devam ediyor. Çünkü bankalar sermaye kaybetti. Deflasyon tehlikesi, küresel kriz sonrası gayet iyi bir büyüme sağlayan Almanya gibi lokomotif ülkeyi de vurabilir. Nitekim sanayi üretimi ve ihracatta sert düşüşler görülmeye başlandı.
Japonya, küresel kriz sonrası yaşanan deprem de etkiledi. Son iki yıldır iktidarda olan Shinzo Abe hükümeti devasa parasal genişlemenin destekçisi oldu. Ancak bütçe gelirlerini artırmak için konulan satış vergisi ekonomide dalgalanmaya yol açtı. Parasal genişlemenin işe yarayıp yaramadığı tartışılıyor. Tehlikeleri de. Görünüm karışık.
Bir farklılaşan hikâye de Çin’de. Küresel krize kadarki son 20 yılda yüzde 9-10’luk büyüme ivmesi sağlayan Çin, kriz sonrasında da devasa bir kredi büyümesi sağladı. Konut fiyatları şişti. Bunu finanse eden ve kredilerin önemli bir bölümünü oluşturan gölge bankacılık, potansiyel bir büyük bir çöküşü içinde barındırır halde. İşte bu sorunu çözmek için, geçtiğimiz yıl tam bu aylarda Çin’in reformlara girişme kararı aldı. Bu reformlar hayata geçtikçe ekonomik büyümeyi yavaşlatacağı tahmin ediliyordu. Aradan bir yıl geçti, Ağustos ayındaki sanayi üretimin yıllık yüzde 7’nin altına düştüğü görülüyordu. Giderek daha fazla veri Çin’in yavaşlayacağını gösteriyor.
İki hafta öncesinden başlayarak, büyük yatırım bankalarının Çin ekonomisine dair büyüme tahminlerini düşürmeye başlamaları, geçen hafta da IMF tahmininin 2015’de yüzde 7.1’e düşürülmesi, bu yöndeki genel mutabakatın mührü oldu.
Beşinci grup ise Türkiye gibi gelişen ülkeler. Bu ülkeler, kriz sonrasının kazananı oldu. Basılan paraların kaynaklık ettiği bol likidite bu ülkelere aktı. Yüksek kredi genişlemesi oldu. Ancak, gelişmiş ülkelerdeki parasal genişlemenin son ermesi, form değiştirmesi gibi nedenlerle artık buradan gelen yarar bitti. Tersine olumsuz etkileyeceği bir sürece girdi. Bunu görüp, önlem alanlar daha az etkilenecek. Türkiye gibi seyredenler fazla değil.
Tüm bu farklılaşan hikâyelerin, finansal piyasalara yansıyan sonuçları oldu. Bir taraftan euro zayıflarken, diğer taraftan da emtia ve enerji piyasalarında düşüşler yaşandı.
Son 4 yıldır varili kabaca 100 dolar ve üzerinde seyreden brent tipi ham petrol fiyatı, geçen haftayı son dört yılın en düşük seviyesinde varili 90 dolardan kapadı. Bu düşüşün temel nedeni Çin’in beklenenden daha yavaş büyüyeceği, Avrupa’nın da yeniden resesyona saplanması riskinin güçlenmesi idi. İşte bu da, bütçesinin önemli bölümünü yaptıkları petrol ihracatı ile finanse eden Rusya, İran, Venezuela, Nijerya gibi altıncı grup ülkelerde soruna yol açacak.
2015’e girerken, küresel ekonomi farklı sorunlar ve farklı reçeteleri olan ekonomilere ayrışmış oldu. Bu süreç, belki de küresel krizin en zorlu patikasına girdiğimizi söylüyor.
ugurses@hurriyet.com.tr
Paylaş