Paylaş
Başbakan Binali Yıldırım, “Bu hareketten önce son çağrıdır. Tren kalkıyor hareketten önce son çağrıyı yapıyorum. Ya adam gibi makul bir faiz oranını benimsersiniz ya da bunun da tedbirini alırız. Bankacılarımız tehdit olarak algılamasın. Elimizde araçlarımız var” diyerek bankalara ‘uyarıcı telkini’ yaptı. Nitekim 24 saati dolmadan devlet elindeki kurumların ‘sopası’ hatırlatıldı. Rekabet Kurumu’nun devreye alınabileceği, bankalara ceza yazılması potansiyeli “aba altındaki araçlar” olarak hatırlatıldı.
Hükümet gıda fiyatları artıyor diye gıda üreticilerini ‘dövmeye’ kalksa nasıl olurdu? Ekonomiyi yönetmeleri beklenen siyasetçiler, önceleri arz ve talepte ne olduğuna bakmadan, dağıtım kanallarındaki tıkanıklık ve kayıpların ne olduğuna eğilmeden gıdadaki fiyat artışlarını ‘bir takım spekülatörlerin işi’ diye tanımlanıyordu, sonra ithalat yaparak arz eksiğini kapatmak ve fiyatların gerilemesini sağlama peşine düştüler.
Ama nedense mevduat ve kredi faizleri söz konusu olduğunda, finansal sistem için “acaba arz mı (mevduat) yetersiz, talep (kredi) görece çok hızlı mı arttı? Kaynak açığı mı var? Devlet hazinesinin etkisi var mı?” diye sorulmuyor.
Ekonomi politikası uzun vadeli bir açıyla yönetilmiyorsa ortaya çıkan sorunlarda bir “düşman” yaratıp “dövmek”, “sürücünün” sorumluluğu azaltmıyor.
Son 6 ayın hikayesi basitçe şöyle; kredi artışı sağlayacak tüm kamusal politikalar yürürlüğe konuldu, devlet garantileri sağlandı ve bankalar teşvik edildi. Sonuç da alındı. Krediler hızla arttı. Sayılar şöyle: Yılbaşından 16 Haziran haftasına kadar olan dönemde TL krediler 160.7 milyar TL artmış. Artış hızı yüzde 14.5 olmuş. Aynı dönemde TL mevduatlar 37 milyar artarken, oranı ise yüzde 4.4 olmuş. Yani mevduat artışı kısa kalmış.
“Ekonomiye giriş” dersine henüz gelmeden basit aritmetik bize söylüyor zaten; arz açığı, arz eksiği olan, arzı yavaş artan ürünün fiyatı yükselir. Ankara siyaseti bankalara “kredide doludizgin koşun” derken, kaynağının nereden geleceğini düşünmüş müydü? Ayrıca Ankara’dan bankalara sopa gösteren siyasetçi olsaydım; önce Hazine bakanına sorardım: “Bizim hiç mi günahımız yok bu faizlerde?” diye.
Ankara bankalara sopa gösterirken, kamu finansmanında da benzer biçimde nakit harcamalar hızla artarken, nakit gelir aynı hızda artmıyor. Çok belirgin biçimde kamu borçlanması hızlı artıyor. Kamu iç borçlanmalarının iç borç anapara geri ödemelerine oranına bakılırsa mevduat faizlerinin neden yüksek olduğu da görülebilir.
Bu yılın ilk altı ayında, Hazine 35 milyar TL iç borç anapara geri ödemesi yaparken, 62 milyar TL iç borçlanma yapmış. Bunun oranı yüzde 178. Yani Hazine, geri ödediğinin neredeyse 2 katına yakın borçlanmış. Oysa 2016’nın ilk altı ayında Hazine 30 milyar TL iç borç anapara geri ödemesi yaparken, 43 milyar TL iç borçlanma yapmıştı. Bunun oranı da yüzde 141 idi.
Onlarca banka 160 milyar TL kredi büyümesi sağlarken, 62 milyar TL’lik kaynağı da tek başına Hazine, geçen yıla göre yüzde 45’lik bir artışla çekmiş mali sistemden.
Şimdi soralım mı: Hazine’nin faizleri için kime ‘sopa gösterecek’ Ankara?
Grafikte de var; 2013 ve 2014’te iç borç anapara geri ödemelerinin sadece yüzde 8-10’u kadar fazlasını yeniden borçlanan Hazine, şimdi 2 katına yaklaşıyor. Hazine çok doğal olarak da uzun vadeli faiz ve risk primini de yükseltti.
Çok belirgin biçimde görülüyor ki; 2014’den bu yana Hazine’nin yaptığı iç borçlanmanın, yaptığı anapara geri ödemelerine oranı hızla yükseliyor. Bu, net olarak mali sistemden para çekilişi demek. Burada da faizlerin yükselmesine, bunun da mevduat faizlerine yansıması sürpriz değil.
Bayramın, ülkemize esenlik getirmesi dileğiyle.
Paylaş