Paylaş
Euro Bölgesi türbülanslı dönemi geride bıraktı ama çok düşük bir büyüme performansı gösteriyor. Avrupa Merkez Bankası (ECB) ise faizleri yeniden düşürdü, ‘hedefe dönük’ yeni repo penceresi açtı. Ancak, özel kesimdeki kredi talebinde artış sinyali yok. Avrupa’da bankacılık sektörüne sermaye konmadan işler yoluna sokulabilecek mi?
Sağlıklı bir bankacılık sektörü, işleyen bir ekonomi için kesinlikle temel bir unsur ve Euro Bölgesi’nde bankaların bilanço kalitesi konusundaki belirsizlik sürüyor. Bu nedenle, ECB ve düzenleyici otoriteler şu anda, Avrupa bankacılık denetim ve gözetim sisteminin başlayacağı Kasım ayına kadar büyük bankalarda sermaye yetersizliği olup olmadığını kapsamlı biçimde değerlendiriyorlar. Kredi talebine gelince, bazı Euro Bölgesi ülkelerinde kredi talebi gerçekten de düşük. Bu, hane halkı ve şirketlerde kaçınılmaz biçimde ortaya çıkan borç-bilanço küçültmelerinden kaynaklanan zayıf ekonomik faaliyetin bir sonucu. Bununla beraber, ekonomik toparlanma hızlandıkça kredi talebi de artmalı.
Küresel krizde beşinci yıldayız; Avrupa Merkez Bankası politikacılara zaman satın alıyor. Özellikle de çevre ülkeler için. Bu ülkelerdeki reformların hayata geçirilmesindeki hızı yeterli buluyor musunuz?
Reformlar meyvesini vermeye başladı. Çoğu ülkede mesafe alındı; çevre ülkelerin çoğu durgunluğu geride bıraktı. Aynı zamanda, çevre ülkelerin çoğundaki rekabetçilik iyileşti. Bu da takiben ihracatı artırıyor ve cari işlemler hesabını pozitife çeviriyor. Bu iyileşmelerin sonucunda, İrlanda, Portekiz ve İspanya; herhangi bir sorunla karşılaşmadan mali destek programından çıktılar. Ancak, gidecek hala uzun bir yol var. Politika yapıcılar rehavetten kaçınmalı ve reform programına sadık kalmalı.
En son yayımlanan BIS raporunda; parasal otoritelerin varlık balonlarına karşı faiz artırımında çok ağır ve geç kalarak risk aldıklarından bahsediliyor. Belli başlı merkez bankalarının gelişmelerin gerisinde kaldıklarını düşünüyor musunuz?
Önce şunu söyleyeyim; Euro Bölgesi’ndeki (Eurosistem) cari para politikası duruşu yeterli uygunluktadır. Bununla birlikte, uzunca bir dönem düşük tutulan faiz oranlarının, getiri arayışları da dahil olmak üzere olumsuz yan etkileri olabilir. Gerçekten de, şirket tahvilleri, gayrimenkul ve hisse senetleri gibi piyasalarda getiri arayışının sinyallerini görüyoruz. Finansal istikrardaki bu tür risklerle baş edebilmek için makro ihtiyati araçlar seti var elimizde ki hem para politikasından bağımsız, hem de çok daha etkili araçlar bunlar. Buna karşılık, hiç şüphe yok ki; merkez bankaları gevşek para politikası duruşlarını olabildiğince çabuk terk etmeliler.
Aralık ayında sizinle yaptığımız söyleşiyi takiben, birkaç ay sonra gelişen ülke piyasaları türbülansa girdiler. Paraları ve varlık fiyatları değer kaybetti, politika faizleri yükseltildi. Bu türbülansın gelişmiş ülkelere, özel olarak da Almanya’ya yansımalarına dair bir gözleminiz oldu mu? Gündeminizde herhangi bir önlem var mı?
Şurası açık ki; büyük merkez bankalarının para politikalarının gelişen ülkelere bir ‘yayılma’ (spillover) etkisi olabiliyor. Bu arka plana karşın, merkez bankaları mali piyasaların tepkisini yumuşatmak için kararlarını çok dikkatli biçimde kamuoyuna aktarmalı. Ancak, çoğu merkez bankasının çok açık bir görevi var; yurtiçinde fiyat istikrarını korumak. Bu nedenle, günün sonunda ekonomilerin dirençli olmasının da, finansal piyasalarda türbülansa dayanıklılığı da hükümetlerin işidir.
Küresel ekonomideki son durumu dikkate alarak; Bundesbank, gelişen ülkelere dair Kasım ayındaki Finansal İstikrar raporunda belirttiği kaygılarını koruyor mu? Gelişen ülkelerde yaşanan türbülans sonrasında, aradan geçen 7 ayda kaygı seviyesi değişti mi?
2013 ortasındaki ve Şubat 2014’de yaşanan büyük çalkantı sonrasında, gelişen ülkelerdeki mali piyasalar son sıralarda görece sakinleşti. Ancak küresel ekonomi, uluslararası faiz oranları manzarasının önemli değişiklik yaşadığı bir dönemden geçiyor. Bu nedenle; gelişen ülke ekonomileri, finansal piyasa zorluklarının yeniden canlanması konusunda potansiyel riskle yüz yüze. Çoğu gelişen ülke ekonomisi, uygunluğu kaybolan dış finansman koşullarıyla baş edebilecek durumda. Ancak, bazı gelişen ülke ekonomilerinde makroekonomik dengesizlikler ilerlemeye de başladı. Madem son finansal stres dönemi, yatırımcıların temel ekonomik zayıflıklara daha az hoşgörülü olduğu gösterdi; ülkeler makroekonomik dengesizliklere yönelmeli ve büyümeyi artıracak yapısal reformlara kolları sıvamalı.
Dr. Dombret, FED’in Türkiye’yi “en kırılgan gelişen ülke” olarak tanımlamasından hareketle sorduğum “Bundesbank Türkiye’yi nasıl tanımlıyor?” sorumu yanıtsız bıraktı.
Paylaş