Paylaş
Birincisi, merkezi hükümet tarafından maden işletmesine ruhsat verilen sahiplerinin iktidar partisi üyesi, yöneticisi olmasında aynı terazinin kullanılması da gerekmez mi?
Bu politik ilişkiye dayanarak işletme sahiplerinin iş güvenliği önlemleri konusunda ihmalkâr davranmış olabilecekleri, rutin denetimlerin baskı altına girmiş olabileceği hesaba katılmıyor mu? Sadece madenler değil, tüm çalışma koşulları bakımında riskli işyerlerinde aynı sorun yok mudur? Ki son işyeri kazalarında çok yakın parti-partili ilişkisi açıkça su yüzünde değil mi?
Yasal çerçevede kamu adına denetim için işletmelere giden denetçilerin, işletme sahiplerinin ikram edeceği bir bardak çayın, denetçilerin görüşlerini etkileyebileceğini düşünüyorsanız; iktidar partisiyle organik bağlantısı olan işletmecilerin denetçilerin canına okuyabileceğini de fazlasıyla kabul etmek gerekir.
Sorun, ‘bir bardak çaya’ gelene kadar; hangi madenin kim tarafından işletileceğine nasıl karar verildiğinden, hangi koşullarda işletileceğine dair katı ilkeleri belirlemekle başlayarak ele alınırsa kitlesel ölümlü ‘iş kazalarının’ yeniden olmaması için önleyici adım atılmış olur.
Kitlesel biçimde can kaybı riski olan çalışma koşullarına sahip işletmelerde yapılan denetimlerde bulunan eksiklikler yüzünden, o işletmenin kapatılması kararı alındığında “50 yerden aracılar devreye giriyor” diyen Çalışma Bakanı Faruk Çelik, bu sözlerine açıklık getirirken, o işletmede çalışanların aileleri, çevre esnafı gibi kesimleri kastettiğini anlatıyordu. Öyle ki; “50 yerden aracıların” ille de politik olması gerekmiyor; bu, ‘popülizm baskın olursa kuralların uygulanması gevşetilebiliyor’ itirafı da bir taraftan. Bu popülizm olabiliyor, politik ilişkiler olabiliyor; yani ahbap-çavuş kapitalizmi.
İkincisi de, Başbakan düzeyinde kurallara ilişkin referansın toplumu kapsayan hukukla değil de bireyi ilgilendiren dinsel kurallarla yapılması yanlış. Ancak durum tespiti açısından çok doğru; zira bugünkü koşullarda, hukukun üstünlüğü rafta, işlemiyor.
Denetim elemanın denetlemeye gittiği yerin işletmecileri ile sosyalleşmesi, hediye kabul etmesi gibi ilişkilerin denetimin ahlaki boyutunu baştan yaraladığı doğru. Bunun sonuçları, o işletmede çalışan işçilerin can güvenliğini, bedensel bütünlüğünü, gelecekteki ekonomik ve sosyal yaşamını riske atacak biçimde oluyorsa ihmali olanların hukuksal sorumluluğu olur. Bu sorumluluğun hesabı da bu dünyada sorulur. Kamu hukuku bunu gerektiriyor. Bunun gereğini, yani hukukun üstünlüğünün hakim kılınmasını öncelemesi gereken Başbakan’ın ‘öbür dünya hesabı’ ile anlatmayı tercih etmesi, yurttaşlara bunu işaret etmesi tesadüf de değil. Çünkü ülkemizde son bir yıldır ‘bu dünyadaki hukuk’ işlemiyor. Güçler ayrımı kalmadı. Kanunlar, kurallar iktidar partisi ile iş tutanlara, al gülüm-ver gülüm verilen lisans sahipleri aleyhine çalıştırılmıyor; bunu denetleyecek, işletecek kurumlar da çalışmıyor.
En mükemmel yasalarınız olsa da, güçler ayrılığının kalmadığı, hukukun üstünlüğünün rafa kaldırıldığı yerde başa ne geldiğinin iyi bir örneği bu yaşadıklarımız. Son dönemde kitlesel halde ortaya çıkan iş ‘kazalarının’ nedeni, ahbap-çavuş usulü iş dağıtım düzeninin, yasaların güçlü olanlara karşı uygulanmadığının, kutuplaşan yargı mekanizmasının kollayıcı işlev üstlenmesinin semptomları olamaz mı? Nasılsa ‘kader’, ‘işin fıtratı’, doğal felaket’ diyerek sıyrılabiliyorsanız, lisansı alırken politik olarak kollanacağınızı da baştan hesaba katıyorsanız ne önemi var ‘önlemin’?
İşte bu yüzden, ‘küçük’ olanlarının da tek tek toplandığında dünya rekoru kıran iş kazalarının, giderek Türkiye’deki kapitalizme kitlesel ölümlerle ‘vahşileşme’ ivmesi veren tarafı içinde bulunduğumuz bu atmosfer; bir bardak çaya gelene kadar…
ugurses@hurriyet.com.tr
Paylaş