Paylaş
Perşembe günü Enflasyon Raporu’nu İstanbul’da açıklayan Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’yı dinlediğimde, sanki enflasyon için elinden gelen her şeyi yapmış ama iş sadece gıda fiyatlarına kalmış sanabilirdiniz. Enflasyon tahminini yükseltmiş merkez bankasının başkanı, enflasyondaki düşüş eğiliminden bahsediyordu.
Başçı, petrol fiyatları düşerken baz etkisine de sarılarak erkenden faiz indirmeye başlamış, sonra politik baskıyla devam etmişti. Ancak bu erken faiz indirimi ve politik baskı nedeniyle Ocak-Nisan dönemindeki döviz kuru artışı yüzde 15 oldu. Bu da hem enflasyona olumsuz yansıyor, hem de beklentileri bozuyor.
İşte bu atmosfer içinde Başçı ‘görmez ve konuşmazsam yok sayılır’ duruşuyla yine eski hikayeyi ön plana çıkardı; ah şu gıda fiyatları olmasaydı. Merkez Bankası’nın 2015 enflasyon tahminini 1.3 puan yukarı güncelleyerek yüzde 6.8’e çekildiğini açıklarken, uzun uzun gıda fiyatları hikayesini anlattı. Bunun yaklaşık 1 puanlık bölümünün de kur artışı olduğunu, ‘ithalat fiyatları’ gibi ambalajlı ifade edilse de herkes farkında.
Enflasyonda hedefi yüzde 5 olan ama gerçekleşme tahmini yılsonunda en iyimser haliyle 2 puan üzerinde, kabaca yüzde 7’lik bir artışa işaret ederken; buna da bahane olarak gıda fiyatlarını gösterirken; o gün açıklanan raporun içinde bankanın ekonomistlerinin analizlerinden biri de, sebze-meyve fiyatları ile akaryakıt fiyat artışı ilişkisine işaret ediyordu. Özeti şöyleydi; akaryakıt fiyatlarındaki artış neredeyse birebir olarak taze sebze ve meyve fiyatlarına yansıyordu. Peki, akaryakıt fiyatları neden artıyordu? Ağırlıkla kur olduğu çok açık. Kur neden arttı? Kırılgan dengeler, akışa bırakılan ekonomi politikası, kötü yönetim, politik baskı.
Şimdi Merkez Bankası başkanı Başçı bu tabloda bize ‘aspirin tedavisi’ öneriyor; döviz depo faizlerini yarım puan indirme, zorunlu karşılıklara yıllık binde 1.2 faiz ödeme gibi. Çok önemliymiş gibi açıklanan bu kararların kur yükselişine ve dalgalanmasına hiçbir yararı yok. Sadece bunların en anlama geldiğini bilemeyecekler için ‘önlem alıyormuş gibi’ görüntü verilmesine yarayabilir.
‘Verim eğrisini yatay tutarak’ (her vadedeki faiz oranlarını aynı çizgide tutulması) sıkı duruş sergileyeceği taahhüdünde bulunan bir merkez bankası için normal koşullarda kısa vadeli faizleri yükseltmesi gerekirken, kısa vadede referans kullandığı faizleri hep değiştirerek sözünde de durmamış oluyor. Yani Merkez Bankası ‘işine gelemediği’ gibi davranıyor. Öyle ya; 2, 5 ve 10 yıllık tahvil faizleri yüzde 9.5-10 arasında iken Merkez Bankası kendi faizini yüzde 7.50’de, ortalama fonlama faizini ise yüzde 8.25’de tutuyor. Bu da eğriyi yatay yapmıyor.
Bu tablo da, mali piyasaları şuraya getiriyor; Merkez Bankası bugün faizleri 0.25 baz puan bile artırmaktan kaçınarak kurların yukarı gidişine kapıları sonuna kadar açıyor. Aynen geçmişte defalarca tekrarladığı gibi. Böylece günün birinde yine 4-5 puanlık faiz artırmak zorunda kalacak.
İşte bu bekleyişlerin oluşması da kur çalkantısını ve belirsizliği yükseltiyor. Merkez Bankası’nın başkan ve karar verici kurul üyelerinin önündeki ajanda da ise Beştepe’nin hışmına uğrama korkusu var. Öyle ya, seçime giderken Ak Parti’de ‘kaybetme sendromu’ her alanda kendini gösteriyor.
Başa dönersek; 2014 başında olduğu gibi ideolojik körlükle yapılan baskılar sonucu yarım puanlık faiz artışına bile itiraz edip, döviz kurunun önünü açan bir karar alıcı felçliliği, kur artışı sonucu sofraya yansıyan enflasyonla bedel ödenmesini, belirsizlikle ekonominin yavaşlamasını tercih ediyor. Sonra öyle bir eşiğe geliyoruz ki; frenlemek için yine sert faiz artışından başka araç kalmıyor. Bunun da olumsuz sonuçları tabii ki.
Tek açıklaması var; bu yaşananlar tek başına ekonomik nedenleri olan değil, politik bir krizin de sonucu. Kurumlar ve kurallar çalışamıyor.
Paylaş