Paylaş
AK Parti’nin iktidara geldiği ilk 4 yılın (2003-2006) ortalama yıllık büyüme oranı yüzde 7.5 iken, iktidardaki son 4 yılının (2011-2015) ortalama yıllık ekonomik büyümesi yüzde 3.3’e düştü; tam yarı yarıya. Bu oran, geçmiş 50 yıllık büyüme ortalamasının (yüzde 4.5) altında.
Küresel ekonomik krizin düşüş ve toparlanma yılları bu dönemlerin içinde değil.
Bu yüzden, herhangi bir ‘dışsal bahane’ bu döneme denk düşmüyor.
İlk dört yıl ile son dört yıl arasında en belirgin fark, özel yatırımlardan gelen katkının ‘buhar’ olması.
İlk dört yılda ortalama yıllık yüzde 7.5’luk büyümenin, 3.7 puanı özel yatırımlardan gelirken, son dört yılda negatif katkıya, yani küçültücü yöne dönmüş.
Son dört yılın diğer belirgin tarafı, tüketim ve yatırımdan oluşan devlet harcamalarının büyümeye katkısı ikiye katlanmış.
Artık milli gelir artışına katkı 1 puana yakın durumda.
2011’e göre kamunun toplam milli gelirdeki payı arttı.
Devletin tüketim ve yatırım harcamaları 2011’de milli gelirin yüzde 14’ünü oluşturuyorken, 2015’de yüzde 15.8’ine çıktı.
Yani görece daha ‘devletçi’ bir ekonomi tablosu var.
2009 küresel kriz sonrasında 2013 yılına kadar gelişmiş ülke merkez bankalarının bolca bastığı paralar bize de aktı.
Kredi patlaması yaşandı.
Buna karşın hane halkı tüketim harcamalarının büyümeye verdiği katkı küçüldü.
Bunda, hem siyasi hem de mali piyasa çalkantılarının; akışa bırakılan ekonomi politikasının, kur artışının, faiz oynaklığının ve bunların getirdiği tüketici güveninin zayıflaması var.
2015’deki yüzde 3.6’lık özel tüketim harcamaları alt kalemlere göre bakıldığında, tüketimde her kaleme yayılan bir büyüme tablosu sergilenmiyor.
Yüzde 3.6’lık büyümenin 2.1 puanı otomobil satışlarının da yer aldığı ulaştırma ve haberleşme harcamalarından geliyor.
Olasılıkla farklı alanlarda yer alan, “yüzde 4 büyüdük ama biz hissetmedik” diyebilecek sektör temsilcisi çok olacaktır.
ÖZEL YATIRIM ARTIŞI DURDU
En vahim durum da, 100’lük bir milli gelir içinde kabaca 20’lik payı olan özel yatırımlarda.
2011’den bu yana, özel yatırımlar birikimli olarak büyümediği gibi, sabit fiyatlarla 2011’deki seviyesinin de yüzde 1.5 altında.
Bir ekonomide milli gelirin kabaca yüzde 20’ini oluşturan, iş ve üretim kapasitesini artırmak demek olan sabit sermaye yatırımlarının 2011’deki seviyesinin bile altına düşmesinin çok belirgin nedenleri var.
Türkiye 2011’den bu yana giderek otoriter bir siyasal tablo içinde ve hukukun üstünlüğü siyasi gölge altında.
Güçler ayrılığı çökmüş durumda.
Bu tablo, yatırım ortamını baltalayan ürkütücü bir tablo.Baştaki karşılaştırmaya dönelim; ekonomik büyümenin ilk dört yıla göre neredeyse yarıya düşmesi Türkiye’nin ekonomide çapayı kaybetmesi ile ilgili.
Bu çapaları anımsayalım; ilk dört yılda hem para politikasında, hem de maliye politikasında sıkı bir politika duruşu vardı.
Bu sıkı duruş kaybedildi.
Fiyat istikrarını değil; gevşek para politikasıyla hedefi ikiye katlayan enflasyonda istikrar sağladık.
Vergi gelirleriyle değil, hep bir defalık gelirlerle bütçe açığı küçük olarak tutulabiliyor.
Küresel kriz sonrasında faiz dışı harcamalar milli gelirin yüzde 18’inden kabaca yüzde 22’sine çıkarıldı ve devam ediyor.
Bunlar bizi, uzun vadeli faizleri düşürebilmekten uzak tutuyor.
İkincisi, Avrupa Birliği ile müzakerelerde bırakın mesafe almayı, Kopenhag kriterlerini bile kaybetmeye yakınız.
Avrupa ise sığınmacı korkusu ve pazarlığı içinde bunları sorgulamıyor bile.
2013 sonrasında hem gelişmiş, hem de gelişen ülkelerde hikâyeler farklılaşıp çetrefilleşirken; Türkiye, kendi hikâyesini geliştirerek cazibe merkezi olabilirdi.
Özellikle de özel yatırımlar ve uzun vadeli finansman sağlamak açısından, bu hikâyeye ihtiyaç vardı.
Ne yazık ki tersine, eski hikâyeyi de ters yüz etti; kurumları ve kuralları felç ederek.
İşte bu yüzden, kurumlar ve kuralları, iyi çalıştırdıkları için gelişmiş refah toplumu olan ülkelerin ne yaptığına bakmak yeterli.
Ekonomik Büyümeye Sektörlerin Katkısı
Paylaş