Paylaş
Planım basın toplantısı saatine kadar sanat dünyasında tur atmak. Tam dışarıya çıkmak üzereyken telefonuma birbiri ardına düşen “Vahap Demirbaş vefat etmiş” mesajları ile donup kaldım. Önce inanmak istemedim. Demirbaş’ı yakından tanıyan sanat galerilerini arıyorum, telefonlar meşgul. Telefonların uzun süre meşgul olması hayra alamet değil. Birden aklıma Demirbaş’la aynı semtte atölyesi bulunan ressam Serap Soyaltın’ı aramak geldi. Onun ağlayarak telefonu açıp, “Şu anda Vahap beyin cenazesini atölyesinden çıkarıyorlar Uğur bey” sözünü duyunca, yıkıldım.
Hayat böyle işte. Korona belasının aramızdan kopardığı Vahap abinin Sevgi Sanat’ta açacağı sergiyi yazma planı yaparken, şimdi onun arkasından anılarımızı yazıyoruz. Vahap Demirbaş’ı ben Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yıllar önce düzenlenen Çağdaş Sanat Fuarı’nda tanımıştım. Yaklaşık 1 ay önce de NTV’den Uğur Şevkat’la atölyesine gitmiştik. Saatlerce sohbet edip, gırgır şamata yapmıştık. İlginç bir adamdı Vahap abi. İster resim olsun, ister resimden sonra en önemli uğraşı tasarım olsun, fark etmekte zorlanacağınız ayrıntılara büyük önem verirdi. Her bir sayfasında karınca duası gibi ama özenle yapılmış 8-10 desen taslağının bulunduğu tuğla kalınlığındaki dosyayı gösterince şaşırıp kalmıştık. Abartmıyorum binlerce desen. “Vahap abi bunlara harcadığın vakti resim yapmaya harcasaydın ya” dediğimde, verdiği yanıt daha öncekilerden farklı değildi: “Lan oğlum sen benim ayrıntı manyağı oduğumu bilmiyor musun...”
Bana göre Vahap abi sevecen, kendi deyişiyle “aykırı” bir adamdı. Tanıdıkça, onun baskıya gelemediğini, sık boğaz edilmekten hiç hoşlanmadığını, özgürlüğüne oldukça düşkün olduğunu anladım. İstediği zaman resim yapar, istediği zaman da çok sevdiği masa tenisini oynardı. Kimseyi umursamazdı. Resim yaparken en iyisini çıkarmak için ayrıntılarla boğuşur, kafayı en ince detaya taktı mı, o resmin bitmesi aylarca sürerdi. Hem suluboya, hem yağlıboya çalışıyordu. Hele son dönem suluboya çalışmaları müthişti. Farklı bir tekniğe sahipti. Görenler suluboya olduğuna inanmaz, “Bunlar yağlıboya” derdi. Figür ustasıydı Vahap abi. Her eserinde yüzlerce figür. Bir köy düğünü resminde figürleri saymaya çalışmıştık ama başaramamıştık. Atölyesine gittiğimizde kendine yeni konular seçmişti. Kapadokya ve Bursa peyzajları üzerine çalışıyordu. Halfeti, köy yaşantısı ve düğünleri, dere kenarında balık tutanlar resimleri meşhurdu. Demirbaş’ın eserlerinde ayrıntıların tadını çıkarmanız için gerçekten canlı olarak resimleri görmeniz gerekir. Bazı resimlerinde imzasıyla oynamayı severdi. Kimi zaman imzasını bulabilmek için resim içinde her santimetrekareye dikkatlice bakmanız şarttı. Kıl fırçayla attığı imzasını öyle bir yere saklardı ki, bulabilene aşk olsun.
Yazının bir yerinde dedim ya, ilginç adamdı Vahap abi diye. Onun ilginçliğini daha net biçimde ortaya koyabilmem için, iki yıl önce yine bu köşede atölyesini anlattığım bölümü aktarıyorum:
“Atölye olarak kullanılan daireye girdiğiniz zaman, sizi klasik bir atölye karşılamıyor. İki bölümlü dairenin bir bölümü suluboya, diğer bölümü ise yağlıboya çalışmalar için ayrılmış. Duvarlar tavana kadar raflarla kaplı. Boş olan yerlere sıra sıra değişik ebatlarda tuvaller dizilmiş. Büyük çoğunluğunda alt dokuları çalışılmış resimler var. Bir günlük çalışmayla hemen hepsi tamamlanacak durumda. Sadece bir atölye değil, aynı zamanda tasarım bürosu olarak kullanılan bir mekân da diyebilirsiniz buraya. Bir ressam şövale önünde daha nasıl rahat çalışabilir, gerektiğinde yerinden kalkmadan bilgisayardan ihtiyaç duyduğu bir bilgiye nasıl kavuşabilir, resim yaparken ışığı daha nasıl rahat alabilir gibi bir sürü ihtiyaca yanıt veren tasarımlar. Atölyenin mutfak bölümünde çay, kahve ve atıştırmalığın yanı sıra memleketi Malatya’dan özel olarak gelmiş değişik tür kuru kayısılar, üzüm ve cevizler. Duvarların boş olan yerleri de galerilerden veya diğer meslektaşlardan alınmış birbirinden güzel tablolar ile kaplı.”
İki yıl önceki hali böyle olan o küçücük atölye, en son gittiğimizde daha da tıka basa doluydu. Çevresi bir sürü şeyle dolu şövalenin başında hareket etmekte zorlandığı için, oturduğu yerden pencereleri açmak için de bir mekanizma tasarlamıştı. Depo haline getirilmiş banyonun içi bile değişik boy fırçalar, boya incelticiler, çeşit çeşit boyalar, tuvaller ve değişik şeyler tasarlarken kullandığı, benim bazılarını hayatımda ilk kez gördüğüm aletlerle doluydu. Aslında resim yeteneğini yeterince değerlendirmeye çok önem vermeyen Vahap abi, kafasında tasarladıklarına yetişemiyor, bu nedenle daldan dala atlamak zorunda kalıyordu belki de.
Bu hafta aslında bu köşede bir başka sanatçıyla ilgili yazı olacaktı. Ama Vahap abinin tam da Dünya Sanat Günü’nün kutlandığı 15 Nisan’da hiç beklenmedik şekilde erkenden aramızdan ayrılması nedeniyle ondan bahsetmeyi bir borç bildim. Bence Türkiye figüratif resimde çok önemli bir ismi kaybetti. Özellikle piyasada zor bulunan yeni dönem resimlerini görme fırsatınız olursa, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Son dönemde İstanbul’da yaşayan ünlü koleksiyonerlere resim yapıyordu. “Erken oldu be Vahap abi. Işıklar içinde huzurla uyu” demekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden. Öylesine canım sıkıldı ki, bu hafta kentte hangi sanat etkinliklerinin olduğunu araştırıp, buraya yazmak da içimden gelmedi.
Paylaş