Yeni yıla girmeye birkaç gün kala gelin şu soruya yanıt arayalım: ‘‘Size göre yılın olayı nedir?’’ Bölücü terör örgütü başının Suriye'deki ininden çıkartılması ve daha sonra Avrupalı dostlarımızın(!) başlattıkları ‘‘Apo krizi’’ mi? Çeteler ve mafyaya karşı sürdürülen benzeri görülmemiş mücadele mi? Yoksa, ‘‘Kaset savaşları’’ mı? Ya da Türkiye'de enflasyonun düşme eğilimine girdiği bir sırada Rusya'da patlak veren ve giderek globalleşen krizin ülkemize etkileri mi? Ne dersiniz, yılın olayı bunlardan hangisi? Bazı okurlarımın ‘‘Peki, size göre hangisi?’’ diye sorduklarını duyar gibiyim. O halde söyleyeyim: Hiç kuşkusuz son yılların en büyük olayı, bölücü terör örgütü başının Suriye'deki ininden uzaklaştırılmasıdır. Nedenlerine gelince... Bölgenin en büyük ‘‘ulusal caydırıcı gücü’’ne sahip olan Türkiye, bu silahı Suriye'ye karşı etkin şekilde kullanamıyordu. Bu arada blöfçü bir poker oyuncusuna benzetilen Suriye Lideri Hafız Esad'ın oyunlarını yutmak zorunda kalıyordu. Hatta daha önce Apo'yu almak üzere bu ülkeye ziyarette bulunan bazı politikacılar, ‘‘Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak’’ misali, Türkiye'nin ‘‘su avantajı’’nı Esad'a kaptırarak dönüyorlardı. TÜRKİYE'NİN SURİYE YANILGISI Özal, Demirel ve Tansu Çiller'in bakanları, PKK'nın yaşamsal önemdeki eğitim ve lojistik üssü olan Suriye ile resmi görüşmeleri, hep benzer açıklamalarla bitiriyorlardı: ‘‘Komşumuz Suriye, ülkemize yönelik tehdit unsurlarını topraklarında barındırmadığını belirtmiş ve bu konuda her türlü güvenceyi vermiştir. Türkiye de, dost ve komşu Suriye'nin su gereksinimiyle ilgili önlemleri almayı taahhüt etmiştir...’’ Hafızanızı şöyle bir yokladığınızda siz de anımsayacaksınız. Demirel'in başbakanlığında kurulan DYP-SHP (sonradan CHP oldu) hükümetinin bir bakanı, Suriye gezisini Şam Havaalanı'nda noktalarken, şöyle konuşmuştu: ‘‘Buradan tüm dünyaya ilan ediyorum: Komşumuz Suriye'nin terörist unsurlarla hiçbir bağlantısı yoktur.’’ Bu açıklamanın yapıldığı tarihte Abdullah Öcalan, Şam'daki karargâhından telsizle PKK'nın kanlı saldırılarını yönetiyor ve belki de kıs kıs gülüyordu! APO'NUN KAÇIŞI Türkiye, binlerce şehit verdikten ve Güneydoğu'yu birkaç kez kalkındıracak milyarlarca doları terörle mücadelede harcadıktan sonra, nihayet bu yıl ‘‘ulusal caydırıcı gücünü’’ gerektiği gibi kullanabildi. Genelkurmay karargâhında geliştirilen ‘‘Askeri stratejik konsept’’, yıllardır özlem duyulan ‘‘siyasi kararlılık’’la bütünleşince, Hafız Esad blöfün yanı sıra Apo'yu da bırakmak zorunda kaldı. Terör örgütü başının Suriye'yi apar topar terk etmesini küçümseyenlere şunu sormak gerekir: ‘‘Suriye ile savaş mı yapsaydık? Apo'nun çıkışıyla birlikte PKK bu ülke topraklarındaki eğitim, barınma ve lojistik destek olanaklarını tümüyle yitirmedi mi?’’ Daha ne bekleniyordu ki? Ancak bazıları, bu gerçeği görmemekte direniyor. Ne var ki, bir terör örgütü için yenilginin tescili anlamına gelen intihar saldırıları, her şeyi gözler önüne seriyor. Kim ne derse desin, Apo'nun Suriye'den ayrıldığı tarih, PKK'nın askeri mücadeleyi kaybettiğini tüm dünyaya ilan ettiği tarihtir. Bu sonuç, dünyanın en kanlı terör örgütüne karşı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kazandığı büyük bir zaferdir. Gelelim PKK'nın siyasallaşma çabalarına ve ona arka çıkan Avrupalı dostlarımızın(!) beyhude uğraşlarına... AVRUPA'NIN YANLIŞ HESABI Dünya artık eskisi gibi değil!.. Türkiye de öyle... Soğuk savaş yıllarında, NATO'nun Varşova Paktı'na karşı kanat ülkesi konumunda olan Türkiye, artık bir cephe ülke... Avrupa'dan Balkanlar'a, oradan da dünyanın gelecekteki enerji gereksiniminin yüzde 70'ini karşılayacak olan Avrasya'ya giden yollar, Türkiye'den geçiyor. Bu gerçek Ortadoğu için de geçerli. Bugün Türkiye'ye karşı ‘‘Kürt kartı’’nı kullanmaya çalışan Avrupa, kendi güvenliğinin bu yolları tutan ülkemizdeki istikrara bağlı olduğunu bilmiyor mu? Türkiye'ye egemen olacak istikrarsızlığın karşısına çıkaracağı ağır faturayı hesap etmiyor mu? Ayrıca Genelkurmay'ın, Suriye'yi kıskaca alırken, satranç tahtasındaki olası hamleleri hesap etmemesi mümkün mü? PKK, askeri mücadelede yenik düştüğü gibi, siyasallaşma çabalarında da kaybetmeye mahkûmdu. Yeter ki Türkiye, hükümet sorununu bir an önce çözüp Güneydoğu için radikal ekonomik, sosyal ve kültürel önlemleri alabilsin. Güneydoğu insanıyla sağlanacak sürekli barış, Avrupa'nın değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin gayretlerine bağlıdır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, işsizlik, eğitim ve sağlık sorunları çözülmüş, kültürel gereksinimler sağlanmış bir Güneydoğu, tüm dünyadaki husumet odaklarını da susmak zorunda bırakacaktır.