Paylaş
Sevgili okurlarım. Bugün köşemize değerli bir hukuk adamını konuk ediyoruz. Yargıtay Onursal Üyesi Sayın Çetin Aşçıoğlu, Arena'ya bir anlamda sansür uygulayan Fatih 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin Hákimi Sayın Ali Galip Barçın'ın kararı ile ilgili bir makale yazmış.
Bu tarihi belge için Sayın Aşçıoğlu'na teşekkür ediyor ve aynen yayınlıyorum:
Uğur Dündar'ın hazırladığı ‘‘İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde yolsuzluklar’’ konulu yapımın yayınının durdurulması, ağır eleştirileri de birlikte getirdi.
Öncelikle bilinmelidir ki, yargı tabu değildir. Açıklık, saydamlık, eleştiriye açık olma, bir insanlık hakkı olan ‘‘adil yargılama hakkının’’ güvencesidir. Bu nedenle yargı ve yargıçlar da eleştirilir ve sorgulanır. Yunus'umuz ne güzel söylemiş: ‘‘Derviş Yunus, eğri büğrü söyleme, seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.’’
YANSIZLIK VE YARGIYA GÜVEN
Anayasa ve usul yasalarımızın buyruğu açıktır: Yargı kararları gerekçeli olmalıdır. Bu buyruğun temelinde ‘‘felsefi düşünce birikiminin, tartışılmaz mantık yasalarının’’ oluşturduğu çok yönlü, işin özüne ilişkin amaçlar söz konusudur. Yansızlık, yargıya güven, doğruya ulaşma, bilgi ve kültür geliştirme gibi değerler.
Yargı kararlarında ortaya konulan düşünceler, yargılar ‘‘yeter nedenlere indirgenmedikçe’’, ‘‘neden sorusuna yanıt alınmadıkça’’ gerekçeden söz edilemez.
Olay yaratan yayını durdurma kararında, basında verilen bilgilere göre şu gerekçeye dayanılmıştır: ‘‘...bahsedildiği gibi yayın yapılması durumunda, belediye ve şirket yetkililerinin kişilik haklarına saldırı söz konusu olması muhtemeldir.’’
VARSAYIM ÜZERİNE KARAR
Kararın, daha ilk bakışta, gerekçesiz olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ne var ki hukuki nedenlerle değerlendirildiğinde gerekçesizlik olgusu daha iyi anlaşılacaktır.
Mahkeme nesnel (maddi) unsurları, yani ‘‘yayının neleri içerdiğini’’ incelemeden, tartışmadan sonuca gitmiştir. ‘‘Bahsedildiği gibi yayın yapılması durumunda’’ sözcük dizisi, yalnız iddianın gözetildiğinin kanıtıdır.
Diğer yandan kararda ‘‘kişilik haklarına saldırının söz konusu olacağı’’ yargısı, hem yüzeysel olarak geçiştirilmiş, hem de varsayıma dayandırılmıştır. Oysa böylesine duyarlı bir konuda yasanın amacını, çağdaş hukukun değişmez yargılarını tartışarak, gözeterek sonuca ulaşılmalıydı.
Medeni Yasa'nın 24. maddesine göre, yayının durdurulmasının en önemli koşulu ‘‘saldırının çok ağır nitelikte olmasıdır’’. Yayın durdurmanın en tehlikeli ve korkulan yönü; basın özgürlüğünü tıpkı sansür gibi ağır durumlarla karşı karşıya bırakma olasılığıdır. İşte olayımızda korkulan durum gerçekleşmiştir. Yayın durdurmanın çok, hem de oldukça istisnai bir durum olduğu, dar tutulmasının kaçınılmazlığı gözardı edilmemelidir.
YA ÖNYARGI, YA DA CEHALET!
Mahkemenin böyle gerekçeden yoksun, sansür olgusuyla eşdeğerde hukuka aykırı karar vermesi, öncelikle yargıcın yansız olmadığını gündeme getirir; kuşkusuz bilgi yoksunluğunu da. Bu kararla en azından nesnel (objektif) yansızlık (yargıcın verdiği görünüm) çiğnenmiştir.
Vurgulayarak açıklamalıyım ki, böylesine hukuka aykırı bir durum yaratan bir yargıcın, çağdaş yargı düzenine sahip bir ülkede görev alması düşünülemez. Çünkü böyle durumda yargıç, ya önyargılıdır, ya da bilgisiz.
Olayımız kahramanı yargıcı yargılamayı bir yana bırakıp, bir de madalyonun diğer yüzüne bakmalıyız. Ağaçlara bakmaktan ormanı görememenin olumsuzluklarına düşmemek için.
Sorunun temelinde yargıç kimliği yatmaktadır. Yargı bağımsızlığı, yargıç kimliğinin ‘‘olmazsa olmaz’’ koşullarındandır. Bir yandan politikacılar, diğer yandan özensiz kimi yüksek yargıçlar, yargıda, çıkar ilişkileri beklentileri temeline dayalı bir kadrolaşma, düzen oluşturmuşlardır. Baş mimarları 12 Eylül yöneticilerini gözardı etmeden. Bu durumda doğuştan, genetik olarak var olan erdemli kişiliklerini koruyabilmiş ya da bir şeyleri göze alabilen yargıçlar yansızlıklarını koruyabilmektedir.
YARGILAMA BİR SANATTIR
İnsanlar bilgisizlikleriyle değil bilgileriyle karar verirler. Bu ilke yargıçlar için tam doruktadır: Bilgi ve kültür olmadan yargı bağımsızlığı korunamaz. Unutmayalım, yargılamanın bir sanat olmasının temelinde bilgi ve kültür yatar. Oysa yargıçların azımsanmayacak büyük bölümü, bilgi, kültür yoksunudur. Bu yargıyı, hukuk fakültelerinde eğitimden başlayarak yargının her alanında gözlemek için ne fazla bir araştırmaya, ne de çok bilmiş olmaya gerek var.
Uzatmayalım, yargı bilimin ışığında, bilimsel temellere göre değil, usta çırak ilişkisi içinde elde edilen bilgilere göre, el yordamıyla çalışmaktadır. Yanlış diyenlerle her yerde tartışmaya hazırım; kendine güvenen çıkarsa tabii.
Bağımsızlığı sağlanmamış, yargılama sanatının gerektirdiği bilgi ve kültürle donatılmamış, kusurları hoşgörülerek sorumlulukları güncelleştirmeyen yargıçların oluşturduğu bir yargı düzeni, potansiyel bir tehlikedir.
Bugün Uğur Dündar'a, yarın bana ve sizlere...
Çözüm mü? Politikacının yargının sıradan bir kamu alanı olmayıp devletin üç organından biri olduğunu, yargıcın da memur olmadığını anladığı anla başlayacak ilk adımda...
Paylaş