Paylaş
Arena seyircileri, Max Bretscher'i tanıyorlar... 71 yaşındaki bu İsviçreli, son ARENA programında Susurluk silahlarının satıcısı olan Ertaç Tinar ve onun Türkiye'deki bağlantıları hakkında çok önemli açıklamalar yapmıştı. Tinar'ı 20 yılı aşkın süredir tanıyan ve şirketinde bir süre yöneticilik de yapan Bretscher, kamera önünde konuşmakla kalmadı. Çağrımız üzerine ARENA'nın konuğu olarak Türkiye'ye geldi. Tüm bildiklerini el yazısıyla kaleme alan önemli tanık, bu belgeyi Ankara 11. Noteri'ne onaylattırdı. Daha sonra da Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun yolunu tutup, hem belgeyi sundu, hem de kendisine yöneltilen soruları yanıtladı.
CENEVRE'DEKİ ZİHNİYET
Programda konuşan ikinci tanık ise, Kenan Güler adındaki Türk'tü. İsviçre'nin Cenevre Kenti'nde inşaat ustalığı yapan Kenan Güler'in, Türkiye'ye gelip ifade vermesi olanaksızdı. Bu nedenle bir araştırma için bulunduğumuz İsviçre'de Kenan Güler'le birlikte Cenevre Başkonsolosluğumuza gittik. Perşembe günü konsolosluğun kapısını çaldığımızda, saatimiz 13.30'u gösteriyordu. Bazı sorulardan sonra kamerayla gözlenen kapı, elektronik kumandayla açıldı. Girdiğimiz yerde küçük bir salon vardı. Çok geçmeden tam karşımızdaki camlı bölmenin ardında, sonradan konsolos yardımcısı olduğunu öğrendiğimiz bir yetkili belirdi. Yetkili ne istediğimizi, niçin geldiğimizi sorarken, yüzünde ‘‘Nereden çıktı bu adamlar da şimdi?’’ der gibisinden bir ifade gözleniyordu.
‘‘Kenan Güler, ARENA programında, Susurluk'ta ortaya çıkan kayıp silahların satıcısı olan Ertaç Tinar hakkında bazı açıklamalar yapmıştı. Şimdi Başbakanlık Teftiş Kurulu'na sunulmak üzere, bildiklerini yazıya dökmek istiyor. Bu nedenle geldik’’ dedim.
Yetkilinin bakışları görülmeye değerdi. Anlaşılan Susurluk, çeteler, faili meçhul cinayetler, kayıp silahlar, bugün Başbakanlık yapan bir siyasetçinin Budapeşte'de suratının ortasına inen yumruklar, ‘‘Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’’ kampanyaları, ülkenin dört bir yanından yükselen ‘‘temiz toplum’’ çığlıkları, bu yetkili için bir anlam taşımıyordu. Açıklamamızın ardından, yüzündeki ekşimişlik, yerini tam bir kayıtsızlığa bırakmıştı.
‘‘BUGÜN GİT, YARIN GEL’’
‘‘Kasamız saat 13.00'te kapandı. Bu bey, bugün gidip yarın gelsin...’’ deyince dayanamayıp, söylenmeye başladım:
‘‘Acaba yanlışlıkla bir başka ülkenin konsolosluğuna mı geldik? Türkiye'de aylardır gündemin birinci maddesini oluşturan çok önemli bir konuda tanıklık yapmak isteyen biri, size başvuruyor ve ona ‘Bugün git, yarın gel' diyorsunuz. Üstelik bu tanık, işini gücünü bırakıp, ayağınıza kadar geliyor. Bugün gittiği takdirde yarın niçin gelsin? Gelmesi için bir zorunluluk var mı? Ayrıca ya yarın başına bir bela gelirse!.. Söyleyecekleri sizi hiç mi ilgilendirmiyor da içeriye alıp, dinleme gereksinimi bile duymuyorsunuz...’’
Kameraman arkadaşım Şenol Çalabakan ve tanık Kenan Güler’le çıkıp gitmek üzereyken, kapılar açıldı ve içeriye buyur edildik. Konsolos yardımcısı, alınacak ifadenin tıpkı bir noterde yapılan işlem gibi onaylanması sırasında, harç ödemek gerektiğini, ancak kasalarının sayım için her gün saat 13.00'te kapandığını söylüyordu. Peş peşe sıraladığımız pratik çözüm önerilerinden biri kabul edildi ve Kenan Güler'in anlattıkları kayda geçilmeye başlandı. Bulunan ortak yola göre; ifade onaylanacak, gereken ödeme peşin olarak yapıldıktan sonra, makbuz bize postayla gönderilecekti.
Kenan Güler'in ‘‘Hiçbir baskı altında kalmadan, hür iradesiyle’’ verdiği ifade onaylandı ve cebimizden çıkardığımız 37 İsviçre Frangı'nı (yaklaşık 5 milyon lira) konsolos yardımcısına takdim edip, konsolosluktan ayrıldık.
Evet sevgili okurlarım, ister inanın ister inanmayın, Susurluk gibi, temiz toplum ve demokrasimiz için yaşamsal önem taşıyan bir konuda, devlet soruşturmasına yardımcı olmak isteyen bir tanığın karşılaştığı tablo aynen böyleydi.
Üstelik bu tanık şanslı sayılabilirdi, çünkü yanında bir televizyon ekibi vardı.
Karşılaştığımız ‘‘bürokratik zihniyet’’ beni müthiş etkiledi.
Devlet dairelerindeki bu zihniyetin, yaşamlarının herhangi bir döneminde, rastlantı sonucu da olsa çok önemli gerçekleri öğrenen sıradan vatandaşlarımızın başlarına getirebileceği belaları düşündüm ve gerçekten çok korktum.
Cenevre'den dönerken, hep Aziz Nesin Usta'nın öykülerini anımsadım.
Not: Cenevre'deki konsolos yardımcısının adını yazmıyorum. Çünkü, onun temsil ettiği zihniyete, yurtdışındaki birçok temsilciliğimizde rastlayacağımızdan eminim.Tabii canlarını dişlerine takarak vatandaşlara hizmet için çırpınanların da
var olduğunu unutmadan.
Paylaş