Paylaş
Anadolu ‘nun kuzey yönde uç noktası olan İnce Burun ‘a doğu yönde bağlanan Boztepe Burnu uzantısında bir kale-şehir olarak kurulmuş ve tarih boyunca doğu yönde gelişmiş bir kent burası, biraz Amasra’yı anımsatıyor ama doğası farklı. Tarih boyunca kale dışına pek taşmayan şehir bir liman kenti özelliği taşıyan Sinop’a günümüzde yaklaşık 1350 metre yüksekliğinde ki Dranaz dağını aşarak ulaşılıyor. Kışın çetin şartlara sahne olan Dranaz dağı yolu yeni yapılan tünel ve yolla artık yavaş yavaş geçmişin sayfaları arasındaki yerini alacağa benziyor. Yarımada uzantısının kuzey doğusundaki dış liman fırtınalara açık olduğu ve denizcilik bakımından kullanışlı sayılmadığı halde, Antikçağ ‘da daha çok bu limanın kullanıldığı biliniyor. Zamanla kum dolan ve kullanılamaz hale gelen bu limanı yarımadanın güney-doğusundaki iç limana aynı dönemde bir kanal bağlarmış. Bu kanal, Selçuklular döneminde kapatılmış.
Yarımadanın güney yönündeki iç liman ise rüzgarlara kapalı konumuyla ve sakin deniziyle güney Karadeniz ‘in en önemli limanıymış.Hatta bu özellikleri yüzünden “Akdeniz” ismini almış. Tarih boyunca işlek bir liman yaşantısı ve tersane faaliyeti bu limanda gerçekleşmiştir. XIX. Yüzyıla kadar tamamen ayakta duran surlardan ise günümüze büyük bir kısmı ulaşmış. Şehrin gelişimi sürekli olarak doğu yönde, Boztepe Burnuna doğru olurken, kuzeydeki Akliman ve Anadolu yönünde bir kaç azınlık yerleşmesinden başka bir yerleşim olmamış. Doğudaki yarımada ise gittikçe sarplaşmakta, Hıdırlık tepesinde 187 metre yüksekliğe ulaşmakta ve nihayet deniz yönünde dik yarlar ile kuşatılmaktadır. Bu durumda şehrin tarih boyunca deniz yönünden ve her iki tarafı suyla kaplı yarımadadan zaptedilmesi imkansız olmuştur.
Dünyada, cezaevinin ünüyle anılan şehirlerin sayısı çok azdır. Ama hiçbiri, Sinop Cezaevi kadar tarihsel derinliğe sahip değildir. Bunun bir çok nedeni olsa da, kentin coğrafi konumu, bunda sanırız en önemli etken olsa gerek. Çünkü Sinop, Uygarlıklar Ülkesi Anadolu’nun “yalnız kenti”dir. Orta kuşakta bulunmasına karşın, Karadeniz’e bir “kısrak başı” gibi uzanır. Bu konum ona, özel bir güzellik katarken, aynı zamanda ideal bir Koloni Kenti de yapar.
Antik çağdan beri parlak ve yoğun bir ticari ve kültürel yaşantıya sahip olan Sinop, bu niteliğini Bizans, Selçuklu, Candaroğlu ve Osmanlı yönetimlerinde de sürdürmüş, ayrıca kale ve tersanesi ile bölgenin en önemli askeri üslerinden biri olmuştur. Bu durumunu Sinop Baskını ‘ndan sonra kaybetmeye başlayan kent, sur dışına güneydoğu yönde azınlık yerleşmeleri ile batıya doğru ise yönetim ve eğitim gibi kamu hizmetleri yerleşmesiyle çıkmıştır. Merkezini yürüyerek gezmeniz gereken Sinop’ta şehiriçi ulaşım yolları, temelleri Antikçağ ‘da atılmış bir geometrik yapı özelliğine sahiptir ve bunu halen daha korumaktadır. Birbirini net şekilde kesen dar sokaklara günümüzde yapılmış yüksek beton binalar göze hoş görünmüyor, onların aralarında direnmeye çalışan ahşap 2-3 katlı Sinop evleri ise nefes almamı sağlıyor.
SİNOP ADI NEREDEN GELİYOR?
Sinop adının ilk kez nereden türediği ve son biçimini nasıl aldığı üzerinde çok efsaneler anlatılmıştır. Bu söylentiler arasında en popüler olanı Sinope’nin Irmak Tanrısı Osopos’un kızı olduğu ile ilgili olandır. Efsaneye göre Sinope Irmak Tanrısı Osopos’un güzeller güzeli kızıymış. Birgün Tanrılar Tanrısı Zeus kendisini görmüş ve o anda aşık olmuş. Zeus bu, gönlünü kaptırdığı kızı elde etmek için yapmadığı her şeyi yapmaya hazırmış. Sinope, Zeus’un bile başını döndürecek bir güzellikteymiş. Eli ayağı, dili dudağı dolaşmış Tanrılar Tanrısının, Sinope’ye aşkına karşılık her istediğini yapacağını söylemiş. Korku içindeki genç kız Zeus’a, her istediğini yapacağını yalnız kendisine dokunmamasını söylemiş... Tanrılar Tanrısı, sözüne sadık kalmış ve Sinope’yi alıp en sevdiği yerlerden olan Karadeniz’in cennete benzeyen yemyeşil kıyılarına bırakmış, yani bugün Sinop ilimizin bulunduğu doğa harikası yere…
KIRIM YARIMADASINA KOMŞU
Sinop’un Karadeniz’in en güvenli ve güçlü ticari potansiyele sahip şehri olması Greklerin buraya erken çağlardan beri ilgi göstermelerini ve Ege dünyasının zengin kültürel yaşantısından kopmamasını sağlamıştır. Şehir, tüm deniz kıyısının merkezindedir. 350 mil uzaklıkta, batıda Byzantium, doğuda Phasis, kuzeyde Odessa ve Olbia ve Tanais vardır ve bunlar Sinop merkez alındığında Karadeniz’in de belli başlı noktalarıdır. Kırım ile Sinop arasında 144 mil uzunluğundaki denizin ortasında açık günlerde her iki kıyının da görüldüğünü Strabon’dan beri tüm denizci ve seyyahlar belirtir. Günümüz Sinopluları bile açık ve berrak havalarda Hıdırlık tepesinden Kırım yarımadasının ucunu gördüklerini söylerler.
DİYOJEN SİNOP’TA DOĞDU
Diyojen (Diogenes), M.Ö. 412 - M.Ö. 320 yılları arasında yaşamış olan ve kendine yetme ile sadelik ilkelerine dayanan yaşam biçiminin öncülerinden Sinop’u çileci düşünürdür.
Sinop’un Grek kültürü içinde demokratik yaşantısı onun Antikçağ tarihinde neden değişken, özgürlükçü bir felsefe okulu yarattığını açıklar.
Atina’da gelenekçiliğe karşı tavır almış, toplumdaki yapaylıklara ve uzlaşımsal değerlere meydan okumuş ve her tür yerleşik kuralın insanın doğallığına aykırı düştüğüne inandığı için toplumun tüm yerleşik kurallarına karşı çıkmayı, uzlaşımsal ölçü ve inanışların çoğunun boş olduğunu göstermeyi ve insanları yalın ve doğal bir yaşam biçimine çağırmayı amaçlamıştır.
Ona göre, sade bir yaşam tarzı, sadelikten başka, örgütlenmiş, dolayısıyla uzlaşımsal toplumların görenek ve yasalarını da önemsememek anlamına gelir. Diyojen, doğaya aykırı bir kurum olan ailenin yerini, kadınların ve erkeklerin tek bir eşe bağlı olmadığı, çocukların ise bütün toplumun sorumluluğunda bulunduğu doğal bir durumun alması gerektiğini savunmuştur.
Sokakta elinde fenerle dolaşıp “Doğru dürüst bir adam arıyorum” demesi ve İskender ile yaşadığı öne sürülen öyküleri de Diyojen’i bize anlatır.
SİNOP CEZAEVİ ve TERSANE
Sinop kalesinin güney batı ucunda kalan iç kale içinde yer alan Cezaevi Aralık 1997 tarihinde boşaltılmış ve 02 Ağustos 1999 tarihinde Kültür Bakanlığı’na tahsis edilmiş, sonrasında ise bir müze haline dönüştürülmüştür.
Sinop Kaleleri ilk defa M.Ö. 2000’de yaşayan yerli kavim Gaşkalılar zamanında kurulmuş, Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklular ve Osmanlılar devrinde büyütülerek onarılmıştır. Iç Kale adi verilen hapishanenin bulunduğu alan ise 03 Ekim 1214 yılında Sinop’u zapteden Selçuklu Sultani Izzeddin Keykavus tarafindan, ana kalenin kuzeyden güneye inen dik bir surla kesilmesi ile meydana getirilmiştir. Enine ikinci bir duvar ile iki bölüme ayrılan iç kalenin güneyde kalan kısmı 9500 m2.’lik alanı kapsamaktadır. Sinop Hapishanesi bu alanda kurulmuştur. Surlar ve kalenin yapım şekli buranın eskiden de hapishane zindan olarak kullanıldığına ilişkin kanıtlar veriyor.
Selçuklular zamanında tersane olarak kullanılan iç kale Osmanlılar zamanında da kullanılmış, zamanın en mükemmel harp gemileri yapılmıştır.
Üzerlerinde değerli tarihi bilgiler bulunan kitabeleri ve birçok eski medeniyete dair devşirme yapı elemanları ile adeta bir açık hava müzesini andıran kale ve duvarları günümüzde Sinop’a gelen ziyaretçilerin vazgeçilmez durak noktası olmuş ve Sinop’un önemli bir turizm çekicisi olmuştur.
Evliya Çelebi, çok renkli ama biraz abartılı üslubuyla, Sinop Cezaevi’ni şöyle anlatır: “Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.”
Evliya Çelebi’nin anlattıklarında gerçek payı çoktur. Deniz kenarında olduğu halde, denizi göremeyen mahkumlara Sabahattin Ali, 1933’te şöyle seslenecektir: “Görmesen bile denizi / Yukarıya çevir yüzü.” Öyle ya, burada mahkumların dünyasına dışarıdan katılan yalnızca iki şey vardı: Özgürlükten uçarak gelen martılar ve bahçe duvarında kendiliğinden açan kır çiçekleri… Çünkü o dönemde, Sinop Cezaevine “girilir, ama çıkılmaz”dı. Nemden kibritin bile yanmadığı bu mekanda, mahkumlar çürümek ve ceza sürelerini tamamlayamadan ölmekle, karşı karşıya kalırlardı.
Bugün Tarihi Sinop Cezaevi, artık bir turistik gezi alandır ve geçmişte yaşadıklarından uzaktadır. Ve yüzyılların yükünü üzerinden atmak istercesine, olanlara kayıtsız. Yalnızca, hayret dolu bakışlarla, kendini tanımaya çalışan turistleri ağırlıyor.
EDEBİYAT ve SİNOP CEZAEVİ
“... Uzun zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın duvarlara vuran suların sesi taş oralarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı. Tüylerinden sular damlayarak surların arkasında yükseliveren deniz kuşları demir parmaklıklara hayretle gözlerini kırparak bakarlar ve hemen uzaklaşırlardı.” diyen Sebahattin Ali, “Duvar” isimli öyküsünde Sinop Cezaevini anlatır.
Pekçok ünlünün yattığı cezaevi, kimi zaman öykülere, çoğu kez burada yatanların daha sonra yazdıkları anılarına ve pek çok şiire konu olmuştur.
Konukları arasında, 1713’te Kırım Hanı Devlet Giray’dan başlayıp, 1932’de Sabahattin Ali’ye kadar, bir çok ünlüyü sayabileceğimiz cezaevi farklı milliyet ve bölgeden gelen mahkumlar nedeniyle “Nuh’un Gemisi”ni andırmıştır.
Refik Halit Karay, Mustafa Suphi , Ahmet Bedevi Kuran , Refii Cevat , Hüseyin Hilmi
Burhan Felek , Osman Cemal Kaygılı , Celal Zühtü Benneci ve Edip Akbayram’ın söylediği Aldırma Gönül şarkısının sözlerini burada yazan Sebahattin Ali Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kalan kişilere sadece birkaç örnek. Bugün bir çok yerli ve yabancı turisti ağırlayan Sinop cezaevini dolaşırken insanın aklına yakın zamanda yıkılarak yerine Adliye Sarayı yapılan Bursa Cezaevinde başta Nazım Hikmet olmak üzere yatan birçok ünlü kişi geliyor. “Bursa cezaevi yerinde kalıp, Sinop cezaevi gibi bir müzeye dönüştürülseydi tıkanmış Bursa turizminde kent için yeni ve farklı bir turizm çekicisi olmaz mıydı?” diye yazmadan geçemeyeceğim.
MUTLAKA GÖRMELİSİNİZ !
Sinop Kalesi ve duvarlarını, hapishanesini görmenin yanı sıra Sinop şehir merkezinde yürüyerek keşfetmeli ve Süleyman Pervane Medresesi’ni görmelisiniz. Selçuklu Veziri Muinüddin Süleyman Pervani 1262 yılında yaptırmıştır.
Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıç Aslan ile II.İzzüddin Keykavus döneminde yapılan savaşlar sırasında Trabzon Rum İmparatoru I. Manuel bir ara Sinop’u ele geçirmişti. Süleyman Muinüddin Pervane Sinop’u yeniden ele geçirmiş ve bunun anısına şehir merkezinde bu medreseyi yaptırmıştır. Sinop’ta yapılmış olan tek medrese oluşundan ötürü önem taşımaktadır. Medrese 1941-1970 yılları arasında Sinop Müzesi olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise Sinop şehir merkezinde çok zengin bir arkeoloji müzesi ve muhteşem bir Sinop evinin restore edilerek müzeye dönüştürülmesi sonucu oluşturulmuş çok güzel bir Etnoğrafya müzesi vardır. Şehrin sakin limanı oldukça huzur vericidir. Karadeniz’in göbeğinde olmasına rağmen kentteki balık lokantalarının azlığı hayret vericidir. Yine de akşam yemeğinde balık keyfi yapabileceğiniz 2-3 yer var. Sinop’taki maket gemi ve kotra yapan dükkanları unutmamak gerek. Sinop’a gelen tüm turistlerin vazgeçilmez hediyelik eşyası maket gemiler elle yapılıyor. Türkiye’nin en kuzey ucu İnceburuna üşenmeden gitmeli ve deniz fenerini görmelisiniz. Hırçın Karadeniz dalgalarının sürekli dövdüğü bu burun adeta kendinizi kaybedeceğiniz doğal bir film platosu. Yolunuz üzerinde iki doğa harikası Akliman ve Hamsilos’u sakın atlamayın !
Paylaş