YUNAN Ordusu 10 Temmuz 1921 günü, Türk cephesine taarruza geçer.
Buna Yunan Büyük Taarruzu diyebiliriz.
İnönü yenilgisinden sonra Yunan hükümeti orduyu, bu kez kazanmak amacıyla, savaşçı ve silah sayısı bakımından çok güçlendirmiştir. O zamanki Yunan ordusunun İkmal Şubesi Müdürü olan Spiridonos bu orduyu, "Yunan tarihinin en büyük ordusu" diye niteliyor.
Güçlü Yunan ordusunun büyük bölümü, Kütahya'nın güneyinde, güneyden kuzeye doğru Türk cephesine yüklenir.
MEVZİLERİ DEVRALIN
Türk Cephe Komutanlığı, Kütahya'nın güneyini takviye için 3. Grup'a (kolorduya) ait 4. Tümen'i, 4. Grup'a (kolorduya) verir.
3. Grup Komutanı, tümenin bir alayını alıkoyar (132. Alay), iki alayını yola çıkarır (40. ve 58. alaylar). 4. Grup Komutanı Kemalettin Sami Bey, iki alayla gelen 4. Tümen'e, Nasuhçalı-Yumruçalı kesimindeki mevzileri devralmasını emreder. Çünkü bu kesim, cephenin en duyarlı kesimidir. 4. Tümen de çok iyi eğitilmiş, kahraman bir tümen, Komutanı Yarbay Nazım Bey de Milli Mücadele'nin en başarılı, yiğit ve bilgili komutanlarından biridir.
KİMSESİZ TEPE
4. Tümen, 14 Temmuz günü akşama doğru söz konusu savunma hattını devralır, tümenin eski alayı 58. Alay hızla yerleşmeye başlar. İkinci alay (40. Alay) tümene yeni verilmiştir, eğitim düzeyi düşüktür. Nazım Bey'in bu alayın komutanına da güveni azdır.
Gece yerleşme ve hazırlık çalışmalarıyla çok yoğun geçer.
Sabah çok erkenden Kurmay Başkanı Binbaşı Şerafettin ve bazı karargáh subaylarıyla birlikte yeni alayın mevzilerini denetlemeye gelir. Asıl mevziin az ilerisindeki bir tepede kimsenin olmadığını, tepenin savunulmadığını görürler. Alay komutanının, cephenin güvenliği için gerekli bu işi bugüne bıraktığı anlaşılmaktadır.
Bu savsaklama Nazım Bey'i öfkelendirir.
Süvari Takımı Komutanı'na, "Hemen tepeyi tutmasını, bu arada düşman harekete geçerse, alaydan birlik gelene kadar tepeyi ne pahasına olursa olsun savunmasını" emreder.
RÜTBESİ MECLİS'TEN
Süvari takımı tepeye hareket ederken bir makineli tüfek takırdamaya, ölüm kusmaya başlar. Bir Yunan müfrezesi bu kesime sızmıştır bile. Yarbay Nazım Bey ve karargáhını biçer.
Ağır yaralanan Yarbay Nazım Bey hızla Çekürler istasyonuna yetiştirilir ama çok geçtir.
Ankara'da büyük bir törenle toprağa verilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu büyük şehidin rütbesini albaylığa yükseltir. Milli Mücadele edebiyatına adı "Şehit Albay Nazım Bey" olarak geçecektir.
Şimdi Ankara'daki Devlet Mezarlığı'nda uyumaktadır.
BİR KİTABE OLSUN
Nasuhçalı Tepesi, Kütahya'nın Çavuş Çiftliği köyünün sınırları içindedir. Bu köyün muhtarı M.Ergun Özuğur ve köylüleri, Nazım Bey'in şehit olduğu tepeye güzel bir bayrak direği dikmişlerdir. Şimdi burada bir anıtın, hiç olmazsa Albay Nazım Bey ile o gazi tepelerde şehit olanların isimlerinin kazınacağı bir kitabenin yer almasını, çevrenin şehitlerimizin hak ettiği özen ve saygıyla düzenlenmesini Kültür Bakanlığı'ndan istiyorlar.
Bakanlık dilerim bu kadirbilir isteği yerine getirir. Böylece 15 Temmuz günü Çiftlik Köyü'nün Nasuhçalı Tepesi'ndeki Nazım Bey ve Nasuhçalı-Yumruçalı şehitliği anıtının açılışını yapar, şehitlerimizin ruhunu şad ederiz. O insanlar, biz yaşayalım diye öldüler.
Bir tavsiye
UZUN zamandır Milli Mücadele'yi çocuklarımıza ve gençlerimize iyi anlatmayı başaramıyorduk. Sahte, saptırılmış, yalan tarihler devreye girince, eksik bilgiyle yetişmiş kafalar büsbütün karıştı. Bazılarının Milli Mücadele dönemini doğru öğrenmeye şiddetle ihtiyacı var. Mesela Kuvayı Milliye, Kuvayı Milliye ruhu, Kuvayı Milliye kurumları gibi konularda doğru bilgi edinmek isteyenlere Dr. Alev Coşkun'un Kuvayı Milliye'nin Kuruluşu adlı çalışmasını tavsiye ederim.
Bu sırt için şehit düştü
Nazım Bey, 1. İnönü Savaşı'nda kumandanı olduğu 4. Tümen'le Yunanlıları geri çekilmeye mecbur etti ve rütbesi yarbaylığa yükseltildi. 2. İnönü Savaşı'nda ise Yunan ordusunun Dumlupınar'dan Ayyon ve Konya'ya doğru ilerleyişinde işte bu sırtın (Nasuhçalı) tutulması sırasında şehit düştü. Tarih 16 Temmuz 1921. 17 Temmuz 1921'de Meclis rütbesini albaylığa yükseltti.
Tuhaf bir haber
KÜLTÜR Bakanlığı, bazı müzeleri milli müze olarak koruyacak, geriye kalan müzeleri belediyelere devredecekmiş.
İşin ilkesinde bir yanlışlık ve birçok tehlike var ama bu sorun bu köşenin konusu dışında kalıyor. Ben bu konuda çok tuhaf, çok şaşırtıcı, çok irkiltici bir haber duydum, onu buraya almak istiyorum.
Birinci Büyük Millet Meclisi binası müze olarak korunuyor. Çok doğal bir olgu. Kuvayı Milliye ruhunun dayanağı, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı, gerçek milli iradenin belirdiği yer burasıdır.
Duyduğuma göre Kültür Bakanlığı, bu müzeyi milli müze olarak kabul etmiyormuş, belediyeye devredecekmiş.
Umarım doğru değildir.
Şu andaki müzeler içinde bu müzeden daha milli kaç müze vardır acaba?
Böyle bir kararı gerçekleştirmek bir yana, bunu düşünmek bile milli bir suçtur. Her şeyimizi borçlu olduğumuz Milli Mücadele'ye ve Birinci TBMM'ye saygısızlıktır.
Böyle şaşırtıcı bir kararın etkileri de tepkileri de şaşırtıcı olur.
Benden söylemesi.
Sizi yenmek imkánsız
SAKARYA Savaşı'ndan sonra, Türk-Fransız anlaşması görüşmeleri için yeniden Ankara'ya gelen Fransız temsilcisi M. Franklin Bouillon, havaalanında bir uçağımızı görür. Bu uçağın motoru, gövdesi ve kuyruğu üç ayrı uçaktan alınıp kurgulanmış, tam anlamıyla "uyduruk" bir uçaktır. Pilotlarımızın bu uçakla vızır vızır uçup savaş görevlerini yaptıklarını öğrenince der ki, "Sizi yenmek imkánsız".
Sakarya hava gücünün ’İsmet’i
Sakarya'da 2 uçaktan oluşan Türk hava gücünün 'İsmet' adlı uçağı. Uçak Yunanlılardan ele geçirilmiştir. Uçağın önündekiler soldan sağa; Pilot Yüzbaşı Fazıl Bey, Pilot Vecihi (Hürkuş) Bey ve Makinist Eşref Bey. Eylül 1921.
Çılgın kaçakçılar
SİLAH, cephane, askeri araç ve gereçlerin depoları İstanbul'daydı. İşgalcilerin gözetimi altındaydı. Milli Mücadele boyunca bu yanlış yerleşimin acısı çekilmiş, bunları Anadolu'ya kaçırmak büyük sorun olmuştur. Kaçakçılık için Ankara'nın emriyle ya da gönüllü birçok örgüt kurulmuştur. Bu konu şaşırtıcı ayrıntılarla dolu bir zeká, cesaret ve kararlılık destanıdır. İngiliz istihbaratçısı Yüzbaşı Armstrong şöyle yazıyor: "Silah ve mühimmat depolarından kaçakçılık yapıldığını öğrenmiştik. Depoları muhafaza etmek vazifesi bana verildiğinden, fotoğraflarını almaya, silahları saymaya ve dikkat etmeye başlamıştım. Fakat kaçakçılığı önleyemiyorduk. Nöbetçileri tutukladık, küçük subayları hapsettik. Ben Haliç'teki büyük silah deposunda bir yana saklanarak vaziyeti tetkik etmeye karar verdim. Saklanacağım yere zorlukla vardım. Görülecek olsam nöbetçilerce vurulabilirdim. Türkler gene geldiler. Barut mahzeninde rahat rahat sigara içiyorlar, birkaç tahta kırarak ateş yakıyor ve yemek pişiriyor, parlayıcı maddeleri hiç telaş etmeden taşıyorlardı. Kaçakçılığı engelleyemedik, devam edip gitti."
DİYOR Kİ
Milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar. (1923)