2 çirkin Türk

MİLLİYETÇİLERİN Yunan istilasına karşı durmaları üzerine yazar Ali Kemal, Ankara'yı emperyalizmin tetikçisi ve ıskatçısı Yunanlılara karşı boyun eğmeye davet eder:

"Ankara yöneticilerinin Yunanlılara hálá meydan okumalarına çılgınlıktan başka bir sıfat verilemez. Yunanlılarla aramızda akılca da, ilimce de, kuvvet bakımından ve her açıdan bu kadar fark varken, onlarla muharebelere girişilemez." (7.8.1920, Peyam-ı Sabah)

Bir kafa ki ne milletini, ne ordusunu tanıyor, ne milletinin tarihini biliyordu. Ama bilgisi varmış ve haklıymış gibi hiç durmadan böyle yazıp duruyor, milletinin bağımsızlık kavgasını küçümsüyor, kandırılmaya hazır birçok geri zekálıyı da etkiliyordu.

KİRALIK KALEM

Ali Kemal'in bir benzeri de Adana'da, Ferda adlı Fransız destekçisi gazetede yazan Mesut Fani'dir. İşgalci Fransızlar bu kiralık adamı Osmaniye'ye mutasarrıf yaparlar. Mutasarrıf olunca bir beyanname yayımlar. İnsanı 85 yıl sonra bile yerinden zıplatacak olan bu beyannameden üç cümle:

"Dört yüz yıldır altında yaşadığımız bayrak denilen o kırmızı paçavradan ne fayda gördünüz? Bugün muazzam bir devletin (Fransa'nın) şanlı bayrağı üzerimizde dalgalanıyor. Bari bundan istifade ederek mesut yaşayalım." (1. TBMM Zabıt Ceridesi, 8.c., s.443)

AKİF'İN MESAJI

Milli duygu ve bilinçten yoksun, hemen yabancı bir gücün hizmetine giren bu tür hainlerin sayısı, yazık ki az değildi. Hepsini anımsatmaya gerek yok. Bu olay tek başına, cumhuriyet yönetiminin eğitim hizmetinin başına neden "milli" sözcüğünü getirdiğini, anlama zorluğu olanlara bile anlatacak kadar açık ve yeterlidir.

M.Akif Ersoy ümmetçiydi. Ankara'ya gelip de Anadolu'dan duruma bakınca, olayları ve insanları gözleyince, milliyetçi olmuştur. İstiklal Marşı'nda bakınız neler diyor:

O benim milletimin yıldızıdır, milletimindir ancak, Hakka tapan milletim, kahraman ırkıma bir gül, ırkıma yok izmihlal...

Güneydoğu Hikáyeleri ve Biz Kınalı Bacaksızlar

İKİSİ de Güneydoğu gazisi iki yazarın eseri. Öyle sıradan, müsamere ve hamaset edebiyatı basitliğinde kitaplar değil.

"Güneydoğu Hikáyeleri" adlı eserde Hakan Evrensel, kendinin ya da arkadaşlarının başından geçmiş, ilginç, uyarıcı, düşündürücü Güneydoğu olaylarını (çatışmalar, baskınlar, pusular, terörizmin vahşiliği, terörün arkasındaki güçler, çevre halkı, günlük hayat, sivil yönetimin halleri, aileler, silah arkadaşlığı, şehitler, gaziler vb.) kısa-uzun hikáyeler, akıp giden hayat sahneleri halinde ve sanatlıca yazmış. Kimi insanı titretiyor, kimi ağlatıyor, kimi de kahkahalarla güldürüyor.

Ben şimdiye kadar bu hikáyelerin arasında yer alan "Hipokrat Yemini" gibi harika bir hikáye okumadım.

Hikáyelerde, onca zor koşula, kana, uçan kollara, bacaklara, ölüme, hasrete, yokluğa rağmen terör vahşetini eze eze yenen, hayata ve ölüme meydan okuyan o emsalsiz ruhun birçok özelliklerini bulacaksınız.

İkinci kitapta, yazarı Savaş Yücel'in ve kendi gibi gazi bazı arkadaşlarının anıları, yaralanmaları, tedavileri, topluma yeniden intibak etme mücadeleleri ve sorunlarına ilişkin çarpıcı ayrıntılar yer alıyor.

Yurt bütünlüğü için canını verenlerin ailelerine, kollarını, bacaklarını, ellerini, gözlerini vermiş gazilere, devlet ve millet olarak gerekli ilgiyi, sevgiyi, saygıyı gösterdik mi? Onları dikkate alan kurumsal düzenler, kalıcı birimler, sağlıklı sistemler kurabildik mi? Özel günlerde onları anımsıyor, törenlere, toplantılara, gösterilere çağırıyor muyuz? İş ve yuva kurmalarına yardımcı oluyor muyuz? Psikolojik destek veren, ilgiyi sürdüren bir birimimiz var mı?

Şehit Jandarma Bnb. Mahmut Şahin'in oğlu Ozan Şahin, babasının şehitliğiyle ilgili acı günleri anlatan anısını şöyle bitirmiş:

"Babamın Türk tarihine geçen aziz şehitlerimizden biri olması, bulunduğum her ortamda alnım ak, başım dik bir şekilde ve gururlu bir biçimde davranmamı sağlıyor."

Gözlerinden öpüyorum Sevgili Ozan!

Hücum öncesi

Büyük Taarruz... Topçular Yunan mevzilerini döverken, piyade birlikleri siperde hücum emrini bekliyor. Birazdan belki de ölecekler. Sakin ve vakurlar. Biliyorlar ki bu ışıl ışıl süngüleri gümüş girip, kızıl çıkacak düşmandan ya da dökülecek kendi kanları vatanın bağrına. Birazdan o emir geliyor. Bir an bile beklemeden fırlıyor Mehmetçik. Top ve kurşun seslerine "Allah Allah" nidaları karışıyor.

Kılıçsız süvariler

TÜRK ordusu Sakarya'ya çekilmiş, Yunan ordusunu bekliyor ve askerce, silahça güçlenmek için çırpınıyor.

Bu ordunun üç süvari tümeninden kurulu Süvari Grubu'nda (kolordusunda) toplam 118 kılıç var, yanlış okumadınız, sadece yüz on sekiz. Süvariler, mızıldanmadan, yakınmadan, mızrak niyetine uçları sivriltilmiş sopalarla dövüşüyor, genellikle piyade savaşına iniyorlar.

Bu eksiklik, milli vergi yoluyla halktan toplanan kılıç ve benzeri silahlarla giderilir.

Tifüsün vurduğu doktorlar

SARIKAMIŞ faciasından kurtulup sağ dönenleri bu kez de tifüs felaketi bekliyordu. Salgın öyle yaygın ve etkiliydi ki Erzurum ve Hasankale'deki askeri hastanelerde çalışan tüm sağlık görevlileri de tifüse yakalanmışlardı.

Bir bölümü kurtulmuş, 169 doktor, 25 eczacı, bir dişçi ve görevli 7 son sınıf tıp öğrencisi tifüsten ölmüştür.

Tifüsten kurtulabilenlerin zayıflığı ve güçsüzlüğü, Sağlık Müfettişi Dr. Süleyman Numan Paşa'yı üzüyordu. Bu sağlık görevlilerinin cephe koşullarından uzak, güneşli yerlerde dinlenmelerini gerekli gördü. Hepsini İstanbul'a göndermeyi, yerlerine yeni doktorlar atamayı kararlaştırdı. Tifüsten kurtulmuş olan doktorlar bu karara şiddetle karşı çıktılar.

"Erzurum ve Hasankale'ye gelen her doktorun tifüse yakalanması kaçınılmazdır. Ülkenin büyük özverilerle yetiştirdiği doktorları ölümün kucağına atmak doğru değildir. Tifüs geçirerek bağışıklık kazanmış olan bizler için artık tehlike yoktur. Bizler burada kalmaya razıyız."

DİYOR Kİ

7 yüzyıldan beri cihanın dört bir köşesine sevk ederek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız (...) bunca fedakárlık ve ihsanlarına karşılık nankörlük, küstahlık, cebbarlıkla uşak mevkiine indirmek istediğimiz bu asıl sahibin (köylü) huzurunda, bugün utançla ve saygıyla kendimizi toplayalım. (1. TBMM Tutanakları, 18.c., s.4, 1 Mart 1922)
Yazarın Tüm Yazıları