Dün bütün günümü Arcade Fire (gerçekten harika bir grup) dinleyip oğlumla oynayarak geçirdim. Her imkânı hayatı yavaşlatmak için kullanıyorum.
En büyük nimetin böyle bir hayat olduğu kanaatindeyim. Dünyayı hızla turlayan küresel sermayeyse aynı fikirde değil: Ona yetişmek için koşturmamızı istiyor. Teknoloji de hizmetinde: Cep telefonları, internet, son model otomobiller... Hepsi paranın peşinden dörtnala koşabilelim diye. Ne Gülten Akın şiirindeki gibi “durup ince şeyleri anlayacak” ne de Kızılderili rehberin dediği gibi “ruhumuzu bekleyecek” zaman var. Kornaya abanıyorlar hemen. *** İşbu yüzden, İtalya’dan yayılan “Yavaş Şehirler” hareketini takdirle karşıladım. Manifestolarında “bunlar, eski zamanlara meraklı insanları olan şehirler” deniyor: “Zengin tiyatroları, meydanları, kafeleri, atölyeleri, restoranları ve ruhani yerleri, bozulmamış manzaraları, sevimli zanaatkârları... İnsanların hâlâ mevsimlerin yavaş seyrini fark edebileceği, hakiki ürünlerin tadına varabildiği ve kendine özgü gelenekleri olan yerler...” Şimdiden Avrupa’da 100 şehri etkisine almış. Nüfusu 50 binin altındaki her belediye “Yavaş Şehir” olmak için başvurabiliyor. Maksat şehri arabalar yerine insanların hizmetine sunmak. Yeşil alan artıyor, gürültü kirliliği kesiliyor, yerel ürünler destekleniyor. Daha yavaş ama daha insani, daha çevreci, geçmiş ve gelecek nesillere saygılı bir hayat. Üstelik kavşak-viyadük muhabbetinden kurtulan şehir butik bir turizm merkezi haline geldiğinden, gelirler de artıyor. Arcade Fire’ın bir şarkısında dediği gibi, ayağınızı sıcak kaldırımlardan kaldırıp yeşil çimenlere koyuyorsunuz. Seferihisar ilk yavaş şehrimiz. Sırada Akyaka ve Gökçeada var. Diğer akıllı belediye başkanlarını da bekliyoruz.
Hayırcının gönül rahatlığı
Referandumda “hayırcı” takılmış biri olarak, sonuçlar belli olunca demiştim ki: “İnşallah biz yanılmışızdır.” Yani “inşallah sözler yerine getirilir, seçim barajı aşağı çekilir, Kenan Evren sembolik de olsa yargılanır” falan demeye getirdiydim. Ama zamanın getirdiği, haklı çıkmanın kederi oldu. Sırrı Süreyya’nın bu konuda dün Radikal’de yazdıklarını okumadınızsa mutlaka okuyun. Her cümlesi kafası karışık aydınlara ders. Bizimse şu saatten sonra tek tesellimiz, doğru olanı yapmış olmanın buruk gönül rahatlığıdır.
Şüphesiz ki Müge Boz
Yeni başlayan “Şüphe” dizisinin dinamosu senarist Zülküf Yücel (okuldan tanırım, müthiş bir adamdır), kozu Selin Demiratar ve İsmail Hacıoğlu, sürprizi de Güngör Bayrak olabilir. Ama dizinin asıl hediyesi, yeni parlayan Müge Boz tabii: Reklamlarda oynarken bile hayran kitlesi edinmeyi başaran bu kardeşimizin önü açık görünüyor. Yeter ki Nurgül Yeşilçay’ı örnek alsın kendisine: Bu yazı da dahil, şu saatten sonra hakkında söylenecek hiçbir şeyi sallamasın.
İncir çekirdeği
Ronaldo dünyanın en iyi futbolcusu: Messi uzaylı olduğu için.