Artık “entel takılmak” kolay. Belli şeyleri öveceksiniz. Belli şeyleri de yereceksiniz. Ne yaptığınızı bilmeniz gerekmez. Ezberi bozmazsanız “camiada” yeriniz hazır.
Hrant Dink böyle değildi. Agos’u ezber bozmak için çıkardı. Hem Ermeni hem de Türk fanatiklere mesafeli durdu. Öldürülmesinin asıl nedeni de bu inadıydı zaten. Çünkü “kötü örnek” oluyordu. Aklı selim sahibi olunabileceğini gösteriyordu iki tarafın gençlerine. Bugünse “camiaya” giriş için ezbere konuşmak şart. Adaylardan biri Agos’un kitap ekinde kitabım hakkımda güya “eleştiri” yazmış. Yazdığım her şey en az elli açıdan eleştiriye açıktır. Demirden korksam trene binmem. Ama Agos’takine “eleştiri” demek zor. Daha çok bir gıcığın ifadesi. İçinde yok yok: Romanda olmayan ifadeler atfetmek, çarpıtma ve Mustafa Kemal antipatisi. Bir de tabii roman karakterlerinin fikirlerini yazarın fikriymiş gibi göstermek. Romanın Türk kahramanının hayatını bir Ermeni kurtaracak, sonra da o Yunanlı arkadaşlarını kurtarmak için kendisini paralayacak ve sen çıkıp bunu “ırkçı” sayacaksın. Niye? Yazar kendisine “ulusal solcu” diyor diye. Kusura bakmayın ama böyle geyik yok. Bu düpedüz “nasılsa bizim enteller kitap falan okumaz, sallayayım gitsin!” demek. Görünen o ki bu gençler lobide yer kapmayı metne kafa patlatmaktan daha önemli buluyor. Son sözüm Agos’çulara: Kimse Mustafa Kemal’i sevmek zorunda falan değil. Ayrıca kitap eki şahane fikir. Ama içini doldururken canımıza okuyacak gerçek eleştiriler bulun. Gıcık olduğunuz birine en büyük kıyak onun aleyhinde böyle şeyler basmaktır. Elin oğlu bu kadar boşluğu affetmez, fikrinizi tarumar eder. Sükseniz de bu okuduğunuz yazıdan ibaret kalır. En azından bir sorun kendinize, “Hrant olsaydı bu yazıyı basar mıydı?” diye. Edebiyat vallahi çocuk oyuncağı değil, unutmayın.
Bir filmin ilginç öyküsü
Leyla Yılmaz’ın ilk filmi “Bir Avuç Deniz” New York Şehri Beynelmilel Film Festivali’nde büyük ödülü kazanmış. Şahsen sinemada seyrettiğim zaman beğenmiş ve yazmıştım. Ama öyküyü ilginç yapan bu değil. İşin ilginç tarafı, gösterildiği zaman eleştirmenlerimizin filme hiç prim vermemiş olması. Peki yapanların hiç mi kusuru yok? Galiba onlar da entelektüel filmlerini gişe filmi gibi sunarak kendi kalelerine gol atmışlar. Demek ki “gişe filmi” mi yoksa “festival filmi” mi yaptığımıza baştan karar vermek ve sunarken kafa karıştırmamak lazım. Çünkü şekilde görüldüğü gibi, yanlış hesap ta New-York’tan dönüyor ancak.