Paylaş
Yoksa saçını savura savura, sivri topuklarla kalbine basa basa erkeğin canına okumayı hangi kadın istemez? Bir bakışla gönül yakmak, her genç kızın rüyası olmak hangi erkeği bozar?
Sadece canımız tatlı olduğundan, biz erkekler tedbir alırız. Maksat kadının içindeki aşüfte durdurulsun. Bu tedbirler kadının orasını-burasını kapatmaktan onu diri diri yakmaya kadar gider. Köy meydanında recm edilmek, yüze kezzap yemek ya da intihara zorlanmak da sunduğumuz diğer avantajlar. Bu yolda en büyük müttefikimiz, aşüfte olmaya cesaret edememiş kadınlardır.
O kadınların kendi yaşayamadıkları şeyleri yaşayan hemcinslerine nasıl gıcık olduğunu biliriz. Planımızı buna göre yaparız.
Töre icabı kendini asacak kıza ip servisini onlar yapar. Aşüfte öldürülmezse kendi geçmişlerinin yalan olacağını bilir, bu yüzden bizimle dayanışırlar.
Aşüftelerden nefret ederler çünkü: En az döneklerin dönmeyenlerden, ihanet edenlerin etmeyenlerden, şike yapanların yapmayanlardan ettiği kadar.
O kadınlara her baktıklarında, biraz daha cesaretli olmadıkları için neler kaçırdıklarını görürler.
Geçmiş geri gelmeyeceğine göre, onlar için pişmanlıktan kurtulmanın tek yolu aşüfteyi öldürmektir. Öldürmek ve hayata aşüfte hiç yaşamamış, saçını hiç savurmamış, sivri topuklarla erkeklerin kalbini delmemiş gibi devam etmek.
Bazen mecazi anlamda öldürülür aşüfte, bazen de bildiğin taşla sopayla linç edilir. İki durumda da olan biz erkeklere olur. Çünkü kim ne derse desin, az aşüfte değilizdir.
Arkadan nanik yapmadı
Allah için, mösyö hep açık oynadı. Bir gün bile Türkiye aleyhtarı olduğunu saklamadı. Merkel ve Cameron gibi yüzümüze gülüp arkamızdan nanik yapmadı.
Sarkozy gibi hasımlara zaafım vardır. Mesela Taraf’ın başındaki Markar Esayan’ı da gizlice severim ben. O da Mustafa Kemal ve cumhuriyet aleyhtarı olduğunu alenen yazar. Bazı korkaklar gibi laf çevirmez, saman altından su yürütmez.
Sevmeden edemem böylelerini. Şu hayatta insanın dostunu-düşmanını bilmesi büyük nimettir.
Edebiyat öğretmeni olsaydım
Kırk saat ders anlatmak yerine çocuklara Woody Allen’ın son filmi “Paris’te Gece Yarısı”nı seyrettirirdim. Onlara yazarlığın doğasına, edebiyatla ilişkimizin özüne dair güzel bir tecrübe yaşatırdım.
Sonra da Fitzgerald’ın Zelda ile olan manyak aşkından, Hemingway’in çapkınlığından ve Eluard’ın nasıl boynuzlandığından bahseder, ortalığı magazin programına çevirirdim.
Yazarların müzelik değil, tutku dolu insanlar olduğunu görürdü çocuklar. Edebiyata bakışları kim bilir nasıl değişirdi.
tatlı Sözlük
Hayata bir şans daha vermek.
Paylaş