Tuna Kiremitçi

İlk hedefiniz Ortadoğu!

19 Eylül 2011
Yeni Türkiye artık Ortadoğu’yla yatıp Ortadoğu’yla kalkıyor. Duyan matah bir yer sanır. Oysa Atatürk “ilk hedefiniz Akdeniz’dir!” diyerek, almasını bilene mesajı vermişti: “Akdenizliler gibi medeni, yaratıcı ve hoşgörülü olunuz!”
Selanik gibi. ızmir gibi. Bir zamanların Beyrut’u gibi, Trieste gibi, ıskenderiye gibi romantik bir hayal.
Kadınlığını doya doya yaşayan kadınlar, hürmet eden erkekler, tutkulu ve çalışkan insanlar...
Buydu Akdeniz. Ama biz Akdenizli olma şansını her fırsatta teptik. Ortadoğulu olmak istedik.
Son kararı “Yeni Türkiye” olunca verdik: Gayrı Akdeniz’in değil, Ortadoğu’nun parçasıydık. Allah’ın bize en güzel kıyıları bağışlamış olması kararı değiştirmeyecekti.
Hatta Libya, Tunus, Yunanistan gibi Akdeniz ülkelerini Ortadoğululaştırmak isteyen sisteme koltuk bile çıkacaktık.
Akdeniz dalgalarını dinleyerek bir kadeh rakı içmekle, şiir okuyup kadınımızın uçuşan saçını seyretmekle mutlu olacak inceliğe sahip değildik.
Bize cip lazımdı, gökdelen lazımdı, altın zincir lazımdı, töre lazımdı, dogma lazımdı, petrol lazımdı...
Bunların yeri de Ortadoğu’ydu tabii. Hemen verdik dilekçeyi, sildirdik kaydı Akdeniz uygarlığından.
Puanımız da tutuyordu, Ortadoğu’ya aynen yatay geçiş yaptık.
Bugün “Yeni Türkiye” denince akla zeytinyağı kokusu, yelkenleri umutla dolan denizciler ve kadınların güneş kokan saçı gelmiyorsa bu yüzden.
Bunlar yerine kara çarşaf, para hırsı, petrol iştahı ve suçunu bilmeden hapis yatan aydınlar geliyorsa nedeni bu.
İşte ilk hedefi Ortadoğu olan “Yeni Türkiye”nin resmi. Beğenen varsa assın duvara.

Başörtülü kızın reytingi

Esra Elönü, “dizilerde niye başörtülü kız yok?” soruma cevap vermiş. Kısaca diyor ki: “Reytingimiz yok be abi!”
İyi de güzel kardeşim, reyting için ne yaptınız? Sizi dizide sadece idealize edilmiş azizeler şeklinde görmek isteyen erkek egemen kafayla hesaplaştınız mı?
“Başörtüsü yasağından ona sıra mı geldi?” diye sorarsan eyvallah. Ama artık öyle bir yasak yok. Gayrı önünüz açık.
Günahı ve sevabıyla, erdemi ve zaafıyla gerçek insanlar gibi canlandırılıp reytingi kapmaya hazırsanız alın elinize kalemi, yapın gereğini. Koşun doru kısraklar gibi.

tatlı Sözlük

Gülse Birsel: Kendini en güzel özleten kadın.
Yazının Devamını Oku

Aşk ve minnet

17 Eylül 2011
Yaz bitti ama yaz aşkım bitmek bilmiyor diye dertlenenlerden misiniz?

O zaman müjde! İşte yazarınızdan sıkıntılarınıza son verecek süper bir teklif! 
Açıyorsunuz Google’ı, “Doğan Yurdakul” yazıyorsunuz. Son açıklamasını okuyorsunuz bir güzel.
Hani “ben karımla telefonda vedalaştım, kimseye minnet etmem” diye başlayan haber. Belki sarmıyor ilk okuduğunuzda ama olsun; bir daha okuyorsunuz.
Memlekette suçunu bile bilmeden aylardır hapis yatan bir aydının hasta eşini son kez görmesine izin vermeyenler olduğuna uyanıyorsunuz böylece.
Yaz aşkınız bitmeden kırk yıllık bir aşkın hem de bu şekilde bittiğini görmek belki garip geliyor.
Hazır eliniz değmişken “Ethel Rosenberg” yazıyorsunuz Google’a ve karşınızda yıllar öncesinin Amerika’sından benzer bir hikâye!
İşte Amerikalı aydınların bizdeki gibi zulme uğradığı bir döneme, Rosenberg çiftinin son gecesine şahitsiniz.

Yazının Devamını Oku

Köşe yazması gereken polis

16 Eylül 2011
Yıllar önce Doğan Kitap’ın bir davetinde tanıştım Zafer Ercan’la. O zamanlar gencecik bir narkotik başkomiseriydi.

Madde bağımlılığı hakkındaki kitapları yeni çıkmıştı: “Uyuşturucu ile Yaşamak” ve “Testi Kırılmadan”.
Hayatını öğrencilerle velileri uyuşturucuya karşı bilinçlendirmeye adamış bir polis. Kim bilir kaç çocuğu kurtarmış. İdealizmini görseniz Behzat Ç. solda sıfır.
Okullara gidiyor, seminerler veriyor, filmlere ve piyeslere danışmanlık yapıyordu. Mesela Osman Sınav’ın “Pars: Kiraz Operasyonu” filminde ciddi emeği vardır.
Sonra şark görevi başladı. Bingöl’deyken seyrek de olsa haberleştik. Orada edindiği deneyimlerden bahsederdi. Roman olacak şeylerle karşılaştığını söylerdi, çay içimi muhabbetlerde.
Malum, bizde eli kalem tutan meslek sahibi azdır. Hatta yazarlar bile üşenir yazmaya. Birikimini paylaşmak isteyecek kadar cömert olansa daha da az.
Oysa Zafer’in tutkusu kendini yazarak ifade etmek. Başkalarına hayrı dokunmadan rahat edemeyen arkadaşlardan.
Ergenliğe giden bir oğul babası olduğumdan mıdır nedir, daha iyi anlamaya başladım çabalarını. Hatta hayalim, onu köşe yazarı olarak görmek.

Yazının Devamını Oku

Herkes safını seçsin

14 Eylül 2011
Kim Türkler ve Kürtler olarak ikiye ayrıldığımızı söylemişse halt etmiş.

Kan dökülsün isteyenler ve istemeyenler olarak ayrılıyoruz.
Çizginin iki tarafında da yeterince Türk ve Kürt var.
“Çocuklar ölmesin, analar ağlamasın” diyenler ve demeyenler olarak ayrılıyoruz ikiye. Akan kandan çıkarı olanlar ve olmayanlar.
Başörtülüler ve başörtüsüzler olarak ikiye ayrıldığımız da yalan. Asıl kendisinden farklı olana hürmet edenler ve etmeyenler olarak ayrılıyoruz.
Başkasının yaşam tarzını yargılayanlar ve yargılamayanlar olarak. İki kampta da “açık” ve “kapalı” kadınlar var.
Sonra Fenerliler ve Cimbomlular olarak da ayrılmıyoruz aslında ikiye falan.
Asıl ayrım, güzel bir maç seyretmenin zevkini fanatizme tercih edenler ve etmeyenler arasında.

Yazının Devamını Oku

Okurlarla salı muhabbeti

13 Eylül 2011
İşte bir aylık aradan sonra yeni bir Salı. Sizden gelen ahret sorularına vermeye çalıştığım cevaplar.

- Başörtülü kızlar hakkındaki ikinci yazın bana çok alengirli geldi. Tam olarak ne demek istedin?Şunu demek istedim: Dizide başörtülü kızı idealize etmeden göstersek dindarların hoşuna gitmeyecek. İdealize edip göstersek bu sefer gerçekçi olmayacağı için reyting almayacak. Bu yüzden diziciler hiç girmemeyi tercih ediyor bu konuya. Yoksa başörtülü kızların da herkes kadar iyi
hikâyeleri var.
- Senin bu gamze muhabbetin ne olacak kuzum? Yoksa sonunda onları aldıracak mısın?Gamzelerimi bana karşı kriptonit olarak kullanmak isteyen bazı çevreler var. Kim olduklarını tespit ettim. Onlarla Kripton mahkemesinde hesaplaşacağız. Bir aynanın içine hapsolmaları için ne gerekiyorsa yapacağım. Bilmiyorlar benim kim olduğumu.
- Bazı AKP’liler senin kendilerinden olmanı niye bu kadar çok istiyorlar? Herhalde bayıldıklarından değil. Galiba bazen hemfikir olmamızı yanlış yorumluyorlar. Bir de iyi fikirlerin “ötekilerden” gelmesinden hoşlanmıyorlar. Yoksa milliyetçilerle de, liberallerle de arada hemfikir olabiliyorum. Beni bozmuyor. Ortak paydaları aramak hayırlıdır. Vatana ihanet dışında her fikre hürmet gerekir.
- Lisbeth Salander’i sevmene çok sevindim. Kendisi benim de kankam olur. İlişkiniz ciddi mi?Geleceğimize karar vermek için David Fincher’in çektiği “Ejderha Dövmeli Kız” filmini bekliyoruz. Bu film yüzünden Lisbeth epey gergin. Nedense Rooney Mara’nin kendisini Noomi Rapace kadar iyi canlandıramayacağından korkuyor. Sakinleştirmekte güçlük çekiyorum.
Deli kız.
- “İyi anne-baba olmanın ispatı, yazar olma arzusu duymadan büyüyen bir çocuktur” lafını garipsedim. Oğlun yazar olsun istemez misin?Valla, kendisi ne isterse ben de onu isterim. Hiçbir şey olmak istemezse de mutlu olsun isterim. Sevgi ve güven verdiğimiz takdirde çocuklar hatalarımızı hoş görebiliyor. Alain de Botton’un sözünü sevdim çünkü kara mizah seviyorum.

Yazının Devamını Oku

Başörtülü esas kız 2

12 Eylül 2011
Dizilerde niye hiç başörtülü esas kız yok? diye sormamın acayip sonuçları oldu. Mesela tanıdığım en aydın dindarlardan Erkan Şimşek, asıl nedenin başörtülü kızların dindar kesim tarafından idealize edilmesi olduğunu söyledi.
Malum, dizide ya da filmde “esas kız” olmanın ilk şartı, inandırıcı bir karakter olabilmek.
Yani erdeminiz kadar zaafınız, asaletiniz kadar çelişkiniz de görünecek. Tüm beşeri boyutlarla yansıyacaksınız.
Bihter’den Carolin’e, “Avrupa Yakası”ndaki Aslı’dan “Yahşi Cazibe”ye, milletin bayıldığı esas kızlarda hep böyle karakter tahlilleri var.
Hürrem bile iyi ve kötü taraflarının kendine has sentezi sayesinde şahane bir “esas kız” değil mi?
Erkan’a göre dindar kesim, başörtülü kızları bu kadar “yakından” görmeye hazır değil. Yakın gelecekte de olmayacak.
Başörtülü kız dizide hata yaptığı ya da çelişki yaşadığı zaman otomatikman rahatsız olacaklar. İşin cinsellik kısmına falan zaten hiç girmeyelim.
Bu yüzden dizileri yapanlar bulaşmamayı tercih ediyor başörtü olayına. Dindar kesimi karşılarına almamak için.
Kimseyi bozmayacak bir başörtülü esas kız çıkarsalar bu sefer reyting almayacak. Dindarlar bile Fatmagül’ü tercih edecek çünkü.
İşte bu yüzden yok başörtülü esas kız. Yoksa onların da süper hikâyeleri ve zengin iç dünyaları olduğu kimse için sır değil.
Yani yine erkeklerin koyduğu bir duvara tosluyoruz. Erkekler tarafından idealize edilmedikleri için, esas kızlık müessesesi başörtüsüzlerin tekelinde.
Başörtülü kızlara da kimsenin seyretmediği ‘dini kanal’larda azize rolleri kalıyor. Renksiz, kokusuz, yaşamayan tiplemeler. Banka reklamlarındaki Atatürk gibi.

Tebrik ederim Agos

Hrant’ın arkadaşı geyik çıktı yazıma Agos Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş bizzat cevap vermiş.
Hem de ne cevap! “Ey büyük romancı, hakkında hiç mi eleştiri çıkmayacak!” diye başlamış, saydırmış da saydırmış.
Ama bu sefer hiç olmazsa ortada bir bütünlük, retorik tutarlılık ve art niyetsiz fikirler var. Üzerinde düşünmeye değer. Demek ki isteyince oluyormuş.
Arkadaşlarını siyasi fikirlerine göre seçmeyen biri olarak tebrik ediyorum Agos’u. Tabii onlara eleştirel yardımda bulunduğum için kendimi de.

tatlı Sözlük

Okul: Bugün oğlumun açıldığı umman.
Yazının Devamını Oku

Başörtülü esas kız

10 Eylül 2011
Söyleyin a dostlar: Kadınlarımızın yarısı başörtülüyse niye dizilerde hiç başörtülü esas kız yok?

Dizileri reyting şampiyonu yapan başörtülü seyirci değil mi? Niye baba kanallardaki diziler hiç onları göstermez? Dizi aleminin yazılı olmayan kuralı mıdır?
Hemen söyleyeyim, başınızın açık mı kapalı mı olduğu aslında umurumda bile değil.
Sadece her Türk gibi yetenekli doğduğumdan,
sit-com uydurmadan edemedim: Aynı evde yaşayan iki üniversiteli kız olsun. Birinin başı açık, diğerinin kapalı.
Bunlar kuzen olsunlar. Farklı yaşam tarzları yüzünden başta itişseler de zamanla alışsınlar birbirlerine. Hatta erkek egemen dünyaya karşı omuz omuza mücadele etsinler.
Kimse kimseyi yargılamasın, değiştirmeye çalışmasın. Bir nevi “Perfect Strangers” uyarlaması.
Üşenmedim, yarım günümü harcayıp Twitter’da sondaj yaptım. Tepkiler çeşit çeşitti.

Yazının Devamını Oku

Yıpranmak istemeyen sanatçılara tavsiyeler

9 Eylül 2011
Madem tartışma çıktı, yıpranma özürlü biri olarak sanatçılara tavsiyelerde bulunayım.

Maksat Ahmet Hakan’ın kendisini “sanatçı yıpratıcı” ilan ettiği bugünlerde sanata, sanatçıya hizmet.
Hem savunma sporları dersine bendeniz girmeyecekse kim girecek? Değil mi çekirgelerim? 
Bir kere sanat olayının özünde kronik özgüven sorunu olduğunu baştan kabul edelim. Bu soruna sahip olmayan zaten sanatçı olmaz. Gider İsrail’e fırça atar.
“İyi anne-baba olduğumuzun ispatı, yazar olma arzusu duymadan büyüyen bir çocuktur” demiş Alain de Botton. Aslında aynı şey sanatın geneli için geçerli.
Ustasından acemisine, sanatçı milleti özgüven krizi-ego patlaması tahterevallisinde salınır durur. Bugün biri yukarı çıkar, yarın diğeri. Bu iniş-çıkışların yarattığı amortisman ise 10 Ahmet Hakan gücündedir.
Öyle olunca da hem hasetten şikayet eder hem de beş dakika kıskanılmasa karalar bağlar insan.
Hem takip edilmek istemez hem de iki hafta takip edilmese ambulansla İstinye Park’a kaldırılır.

Yazının Devamını Oku