Paylaş
◊ Güneri Bey, siz “Şeffaf Oda”ya adım atalı kaç yıl oldu?
- 15 yıl. Bu sezon 16. yılımıza giriyoruz.
◊ Şeffaf Oda’nın bunca yıl aynı ilgiyle izlenmesinin sırrı nedir?
- Birincisi... İlk günden bu yana programdaki hiçbir şeyi değiştirmedik. Yani ilk günkü konsept neyse bugünkü de o. İkincisi... Biz öyle çok büyük bir kadro değiliz. Çekirdek bir ekibiz. Mesela yapımcım Kübra Kalem Baykara ilk baştan beri, hatta öncesinden “Günün Yorumu” adlı Kanal D’deki programımdan beri bu çekirdeğin içindeydi. Oğlak burcudur, keçi gibi tırmana tırmana yapımcılığa kadar yükseldi. 17 yıl önce o Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğrenciyken birlikte çalışmaya başladık. Şimdi patroniçe oldu.
◊ Kaç kişilik bir ekipten söz ediyorsunuz?
- Teknik ekip dışındaki çekirdek kadromuz küçük. Ama böyle daha güzel. Birbirimizi çok iyi tanıyoruz, uyumlu çalışıyoruz.
◊ Bunun etkisi mi dersiniz, sizin yayında ilk dikkatimi çeken unsur samimiyet...
- Evet, samimiyet. Programın sevilmesinin baş sebebi de galiba bu. Ayrıca... Genellikle gençlere “rol model” olabilecek kişileri konuk almayı seviyorum. Eğitimli, donanımlı kişileri... Yani eski Yeşilçam filmlerindeki gibi “evden kaçtım, sonra Beyoğlu’nda otururken birisinin dikkatini çektim, yönetmen beni keşfetti” falanla olmuyor bu işler. Sağlam kültürel altyapı, disiplin ve emek gerektiriyor. Özellikle yaptığı işin eğitimini almış olanları davet ediyoruz.
◊ Hiç mi istisnası yok bu durumun?
- Var tabii... Mesleğinin eğitimini almadığı halde azimle ve disiplinli bir çalışmayla kendini yetiştirmiş, başarıya ulaşmış önemli isimler de var. Mesela Selami Şahin. Müzikal eğitimi yok, ilkokul mezunu, annesi Mısırlı olduğu için Türkçeyi bile 7 yaşında öğrenmiş...
Notayı kendisi öğrenmiş, disiplinli bir şekilde çalışmış. Selami Şahin güfte ve beste antolojisi koymuş yıllar içinde ortaya... Ama yapıtları öyle seri imalat değil, Lamborghini falan imal eder gibi... Her şarkısı özel... Sonuç... Özetle biz gençlere örnek olacak insanları seçiyoruz programımıza.
◊ Farklı mesleklerden de konuklarınız oluyor arada...
- Evet ama yine de yayında mutlaka sanatçı olsun istiyoruz. Sanatçılara çok saygılıyız. Asmalı’daki sokak çalgıcısının bile müzik özelinde elinden gelenin en iyisini yapma çabası vardır. Edebiyatçılar, hatta duvar ressamları bile... Çünkü sanatçılar “...mış gibi” yapan insanlar değiller. Sokak sanatçısından en ünlüsüne kadar sanatçılar mesleğine kökleri derinlerine inen, hücrelerine sinen saygı duyuyorlar. Elbette büyük ihtirasları da var.
◊ Siz kamera karşısında kasılıp kalanlara inat son derece rahatsınız da. Konuklarınızı dansa bile kaldırıyorsunuz.
- Evet... Dansı seviyorum. Bazen sağ olsun Kübra işaret ediyor “Zaman daralıyor, dansa kaldırmayın” diye ama... (gülüyor)
◊ Sanki daha çok genç ve güzel kadınları dansa kaldırıyor gibi görünüyorsunuz. Yanlış mı düşünüyorum?
- Böyle bir algınız olabilir ama öyle değil tabii... Sanatçılar zaten makyajlarına giysilerine özen gösterir, sahne, ekran, beyazperde estetiği de gerektiriyor. O nedenle programımızda da böyle görüntüler olması doğal.
◊ Zevk aldığınız konuları işliyor, keyif aldığınız insanları ağırlıyorsunuz... Bir de gerçekten çok güzel yerde çekim yapıyorsunuz.
- Evet, Portaxe’in sahibi Lütfü Sapmaz çok iyi bir dosttur. Başarılı, yiyecek içecek ve eğlence sektörünün önde geleni...
◊ Öncesinde bir giriş metni falan hazırlıyor musunuz?
- Yok... Ben hiç kelime falan kurgulamam. Sadece Kübra ve İrma soru taslakları hazırlar. Kendime göre onları harmanlarım. Bir de mümkün olduğunca kimsenin geri planda kalmamasına çalışırım. Eşitliğe özen gösteririz.
◊ “Şeffaf Oda” 15 senedir devam ediyor. Sizin programlarınızla büyüyen sanatçılar da konuk geliyordur muhtemelen...
- Var tabii... Örneğin uluslararası başarılara imza atmış olan Karsu’nun Türkiye’de ilk çıktığı televizyon programı “Şeffaf Oda”dır.
◊ Onu nasıl keşfettiniz?
- Gazetecilikteki ilk yıllarımdan beri çok yakın dostum olan Mustafa Özkan keşfetti Karsu’yu aslında... Bir gün açtı telefonu, “Güneri” dedi “Karsu diye bir kız var Hollanda’da, ben videolarını gördüm, müthiş...” Açtım videoları, bir kız arkadaşıyla şarkı söyleyerek şakalaşıyor. Masum, tertemiz, pırıl pırıl iki genç. Ondan sonra Kübra’ya söyledim, davet ettik. Gerçekten müthiş bir sanat ve yürekle karşılaştık.
AZ DAHA ŞOFÖRÜ UYUTACAKMIŞIM
◊ Gazetecilik çok stresli bir meslek. Siz o girdaba nasıl oldu da çekilmediniz?
- Ben de stresliydim. Eskiden arabada ayurveda yapıyordum. İlk başladığımda, dünyanın büyük dönüş sesi “om”u seslendirerek uyuyordum; “Aum aum aum.” 20 dakika. Sonraki aşamada bana bir “mantra” kelime verdiler, o kelimeyi içimden bir süre tekrarladığım zaman yine içim geçiyor. 21 yıllık yoldaşım Mehmet Ersöz direksiyonda daha önceki “Aum aum” sesinden hoşlanırmış meğer. Güneşli’deki gazeteye giderken Mehmet bir gün “Güneri Bey, eskiden ne güzel ‘om om’ diyordunuz, ben de gevşiyor, çok rahatlıyordum” deyince başımdan aşağı soğuk terler boşanmıştı. Meğer ne tehlikeler atlatmışım, sevgili Mehmet’i az daha uyutacakmışım
direksiyonda...
HARİKULADE BİR EŞİM VAR, HER GEÇEN GÜN DAHA ÇOK SEVİYORUM
◊ Program dışında neler yapıyorsunuz? İş dışında zaman nasıl geçiyor?
- Ben en küçük anın bile keyfini çıkarmayı severim. Buna şairin dediği gibi havayı değil, gökyüzünü solumak” da diyebiliriz. Bir misal... Otomobilimde küçük bir yastık vardır. Az uyuduğum için yolda 20 dakika kestiririm... Meditasyon süresi 20 dakikadır.
◊ Neden evde rahat rahat uyumuyorsunuz da yollarda kestirme gereği duyuyorsunuz?
- Çünkü gece saat 01.00’den 04.00 hatta 05.00’e kadar kitap okuyorum. Kitap okumaya ancak o arada fırsat buluyorum. Malum, sabahları birkaç saat gazete okumak gerekiyor. Gün içinde yüzüyorum, yürüyorum. Sanat etkinliklerine katılıyorum. Bir de gurme gruplarına dahil ettikleri için tadım davetleri oluyor. Ayrıca her çarşamba erkek erkeğe aynı grup yemekte toplanırız.
◊ Evinize, eşinize ne ara vakit ayırıyorsunuz peki?
- Eşim uzun zamandır yaz kış Bodrum’da kalıyor. Onun için cuma akşamları Bodrum’a gidip pazartesi günleri dönüyorum. Harikulade bir eşim var. Her geçen gün daha çok seviyorum onu. 50 yıl oldu, dile kolay. Hakikaten çok şanslıyım.
◊ Bodrum’da hayat nasıl?
- Çok güzel. Şeker bir köpeğimiz var. İyi bir arkadaş çevremiz var.
◊ Seyahatle aranız nasıl?
- Çok severim.
◊ En sevdiğiniz destinasyon?
- Galiba Toskana’yı çok seviyorum. Dünyanın güzellikler doğuran rahmi olarak görüyorum ben orayı. Rönesans’ın çıktığı yer... İklim harika, gıda çok güzel, şaraplar güzel, insanlar öyle. İçtiğim puro da Toskana purosudur.
EŞİME JEST OLSUN DİYE YAYINDA “CANAN”LI CÜMLELER KURARDIM
◊ “Şeffaf Oda” öncesinden bahsedelim mi biraz? Yazılı basından televizyonculuğa medya dünyasının uzanmadığınız dalı yok.
- Enteresandır, Türkiye’de ilk konulu televizyon programını yapan gazeteciyim. TRT daha yeni kurulmuştu, henüz deneme yayınlarındaydı. O zamanlar rahmetli Teoman Erel’le Akis dergisinde çalışıyorduk, yazılı medyanın yanı sıra TRT’ye de yarım gün çalışmaya başladık. Geceleri Teoman haberleri hazırlıyordu. Beni de sabah 05.00’te araba gelip alıyordu, sabah haberlerini hazırlamak için karanlıkta yola çıkıyordum.
Akis’te yazan, 1999’da kaybettiğimiz Mahmut Tali Öngören, TRT’nin genel müdürü olmuştu. Bir gün Teoman’la bana “Çocuklar siz program da yapsanıza” dedi.
◊ Ve bugünkü ekran macerasının temelleri atıldı.
- Öyle oldu sayılır. TRT’nin spikerlik imtihanına girdik, kazandık. Program yapmaya başladık. Galiba adı da “Olaylar ve Yankıları” gibi bir şeydi. Bir hafta ben metni yazardım Teoman sunardı, bir hafta o yazardı ben ekranda görünürdüm. Yapımcımız, aynı zamanda montajcımız da bugünün ünlü köşe yazarı Melih Aşık bu arada... Yıllar sonra Show TV’nin kurucu genel müdürüydüm. Ardından Sabah Grubu’nun kurduğu ATV Ana Haber’in de Anchorman’i olacağım aklımdan geçmezdi. O zaman benim için sadece ek işti televizyon.
◊ Ekrana ilk adım attığınızda yıl kaçtı?
- 1968 yanlış hatırlamıyorsam. O sırada şimdiki eşimle de flört ediyoruz. Hatta ben yayında özellikle içinde “Canan” kelimesi geçen cümleler kullanırdım. Canan’ın babası da Emekli Paris Büyükelçisi Faik Zihni Akdur. Bilmiyor flört ettiğimizi, ekranda programımı izlerken benim için diyor ki “Akıllı bir çocuğa benziyor, istikbali var” (gülüyor)...
◊ Sonra o rüzgarla ekran yolculuğuna devam mı ettiniz?
- Fransa’da, askerlik nedeniyle yurda dönmek zorunda kaldığım bir doktora sürecim oldu. TRT’nin Strasbourg’daki Avrupa Konseyi temsilcisiydim. Böylece yurtdışı gazetecilik deneyimim de oldu.
◊ Nasıl bir gazeteciydiniz?
- Gazetecilik meslek ilkelerine özenli ve bunları savunacak özgüvene sahip...
Siyasetten sıkıldığımı hissettim
◊ Medya anlamında siyasi çemberi ne zaman kırdınız da “Şeffaf Oda” gibi bir program yapmaya karar verdiniz?
- 1963’te başlayan gazetecilik hayatım boyunca genel yayın yönetmenliği, gazete sahipliği (Çıktığı zamanın en çok satanı olan Güneş’in üç ortağından biriydim) yaptım. Dergiler çıkardım. Sadece siyaset döngüsü içinde kalmak bunaltmıştı. Siyasi yazıların dışında evimin arka bahçesinde gibi hissedeceğim bir iş daha yapmak istedim ve 2003’te sanat ve kültür ekseninde yayın yapmak üzere “Şeffaf Oda” başladı.
Paylaş