Paylaş
Yıldırım, görevini bir süre önce devretti. Ama bu gelişme kurumla bağlarını koparmadı.
Gördüğüm kadarıyla görevi devretse de Türk Kızılayı’na hâlâ gönülden bağlı. “Benden bu kadar” deyip çekilmedi İlhami Yıldırım, Kızılay yeleğini giyip kimi zaman koli yüklüyor, kimi zaman ihtiyaç sahibine giden çamaşır makinesini taşıyor, kimi zaman yer yatağı olmayan çocuklar için ranza montajı yapıyor, kimi zaman çocuklara dağıtılacak hediyeleri paketliyor, sonra bir bakıyorsunuz kendi köyünde bir sobanın yanına kıvrılmış uyuyor...
Gönül bağı ve mütevazılığı o kadar ilgimi çekti ki biyografisine bir bakayım dedim; meğer çok genç yaşlarda ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşmaya başlamış.
Yaşıtları eğlence peşinde koşarken, Yıldırım önemli yardım projelerine öncülük ediyormuş.
Derken büyüdüğü ilçe Çekmeköy’de Kızılay’ın yeteri kadar aktif olmadığını görmüş, nitekim 27 yaşında da ilçe başkanlığını üstlenerek kuruluşa farklı bir enerji kazandırmış.
7’den 70’e her kesimi kapsayan gönüllülük projeleri ile İstanbul’dan Van’a kadar uzanan yardım çalışmaları yürütmüş. Sonra şu koca İstanbul’a ait bir Türk Kızılayı şubesi olmadığını fark edip Türk Kızılayı İstanbul Şubesi’nin kurucu başkanı olmuş.
Devamında şubenin ayakta durabilmesi, güçlenebilmesi için birçok ünlü ismi Kızılay gönüllüsü yapmış, o sayede yardımlar birkaç katına çıkmış.
Emek verdikçe iyilik hareketinin alanı da genişlemiş, yardım eli Somali’ye, Myanmar’a kadar uzanmış.
Bu süreçte Türk Kızılayı’nın tanıtımı amacıyla Avrupa’nın birçok kentinde düzenlenen faaliyetlere katılmış.
Şimdi kurumsal bir görevi olmadığı halde kırmızı hilalin peşinden koşmaya devam ediyor. Bu çabaları, dahası şevki ve inancı sanırım benim gibi daha birçok kişiyi Kızılay gönüllüsü olmaya yönlendiriyor.
Gayreti ve çalışmaları ile alkışı ve teşekkürü fazlasıyla hak ediyor İlhami Yıldırım.
Yunuslar gitti çöpler kaldı yadigar
Korona günlerinde doğayla aşk yaşadık ama fotoğraflarda görüp hayran kaldığımız yeşili, maviyi, tertemiz sokakları, Boğaz’da bir dalıp bir çıkan yunusları çok çabuk unuttuk. Dört bir yan çöp dağı, dört bir yan görsel kirlilik...
Tebrikler bize!
Yer gök, denizler, caddeler kullanılıp atılmış maskelerle dolu. Aylar sonra deniz kenarında bir banka oturup iyot kokusunu içine çekerek günün ve özgürlüğün tadını çıkaranlar, arkalarında boş sigara paketleri, çekirdek kabuğu öbekleri bırakıyor.
Neslihan Yargıcı da geçen gün bu iç karartan, yürek acıtan tabloya sosyal medya üzerinden isyan etmiş, bu fotoğrafı “Hayat normale, çevre çöpe döndü” yorumuyla paylaşmış.
Ne diyeyim.
Meğer herkes sadece o günlerde moda olduğu için çevreciymiş. Pandemi bitti, çevrenin modası geçti, şimdi çöp dağları yükselişte!
Bir nefes molası
Karantinada kalmak mı zor, karantinadan çıkmak mı?
Kafamda deli sorular, tedirginlik had safhada. Normalleşme hızlı olsa da herkes küt diye dört ay önceki hayatına dönemiyor. Şahsen onlardan biriyim.
Yine de zorunlu olarak yaşadığım korkuların üstüne gittim, önce röportajlar için dışarı çıkmaya başladım. Sonra bir miktar kendim için nefes alma ihtiyacı hissettim.
İstanbul’un yakınlarında ama doğayla iç içe ve tabii hijyen anlamında güvenilir adres arayışım sonrası soluğu Sapanca’da aldım.
Tarihi M.Ö. 1200’lü yıllara dayanan Sapanca’nın kültür mozaiği ile doğal güzelliklerini buluşturan NG Sapanca’daydım geçen hafta sonu.
Kayıt altına alınmış binlerce ağacın yükseldiği bir ormanın kalbinde konumlanan otel, aldığı önlemler sayesinde normalleşme sürecine son derece hızlı adapte olmuş gözüküyordu.
Sapanca ve çevresine ilginin sebebi, koronavirüs nedeniyle aylarca eve kapanan ben ve benim gibilerin gözüne bir nevi vaha gibi görünmesi muhtemelen.
İstanbul’a sadece 2 saatlik uzaklıkta olması da kısa bir hafta sonu kaçamağı yaşamak isteyenlerin radarına takılmasına yol açıyor haliyle.
Evet temiz hava, bol oksijen ve yeşil ruhun en etkili ilacı...
Ama elbette hijyen kuralları ve sosyal mesafe gözetildiği, tedbir elden bırakılmadığı sürece...
Paylaş