Gerçek kahraman Keloğlan’dır Süpermen değil

Mimarlık fakültesinde okurken en büyük korkusu para için kötü binalar çizmek, istemediği işlerin altına imzasını atmaktı. Mezun olduğu gün Mimar Sinan’ın türbesine gidip o duruma düşmemek için dua etti. Duası kabul oldu olmasına ama zaten mimarlık da yapmadı. Aklı fikri sinemadaydı. Hayallerinin peşine takılıp set set dolaştı, kaçak olarak galalara sızdı. Bodoslama Osman Sınav’ın ofisine daldı. Ve şimdi... Metin Günay, dizi ve film setlerinin önemli isimlerinden biri... Onunkisi gerçek bir başarı hikayesi.

Haberin Devamı

Gerçek kahraman Keloğlan’dır Süpermen değil

Siz doğuştan sinemacılardan değilmişsiniz...

- (Gülüyor). Yok o gruptan değilim, sonradan merak sardım ben. Çok da geç başladım sinemaya hatta.

Asıl mesleğiniz neydi?

- Mimarlığı bitirdim. Ama mimarlığı bitirdiğim yıl itibarıyla baktığınızda inşaat teknolojisi bu kadar gelişmemişti.

Birkaç acı tecrübe sonrası kendinizi setlere mi attınız?

- Çok şükür öyle bir tecrübe yaşamadım. Diplomamı aldığım gün Mimar Sinan’ın türbesine gittim. Orada dua ettim.

Güzel projeler gelsin falan diye herhalde...

- Alakası yok (gülüyor). Dedim ki “Şahit ol, öteki tarafa göçtüğümde, karnımı doyurmak için yıllarca kötü apartmanlar çizmek zorunda kalmamış olayım”. Duam kabul oldu.

Haberin Devamı

Sinema nereden düştü aklınıza?

- Çok meraklıydım. Tarih, fotoğraf, resim sevgisi falan da eklenince, ne yapayım diye düşünmeye başladım. Çok da iyi bir seyirci ve okuyucuyum o zamanlar. Dedim “Tamam, sinema yapacağım”.

Daha önce bu işlerle hiç ilginiz var mıydı?

- Yok, nerede... Set nedir bilmiyorum, film nasıl çekilir bilmiyorum. Sadece fotoğraf çekip resim yapıyorum o kadar. Setleri dolaşıyorum, uzaktan bakıyorum, “yanlarına git” deseniz kimseyi tanımıyorum. Birkaç kişiyle galalara kaçak girişler yapmışlığım bile var. Dolaşıyorum, “Hocam ben mimarlık talebesiyim, bu işi yapmak istiyorum, çantanı taşıyayım” falan diyorum ustalara ama yok... Velhasıl giremedik bir türlü sektöre. O zaman bugünkü kadar çok iş de yok. Tek kanal dönemi. Bir tek TRT var. Yılda yaptığı iki film, birkaç dizi.

Sinema sektörü var...

- Var ama iş yok. Çok film çekilmiyor. Yılda dört-beş film çekilirse önemli rakam yani.

OSMAN SINAV’IN OFİSİNE BODOSLAMA GİRDİM

Nasıl kırıldı peki şeytanın bacağı?

- Yapacak hiçbir şey yok, zorluyorum bütün kanalları ısrarla. Onun tanıdığı, bunun tanıdığı derken Osman Sınav adına ulaştım. Ofisinin yerini öğrendim, gittim, bodoslama girdim içeri. Ziyaret o ziyaret... 30 küsur yaşında girdik bu işe.

Haberin Devamı

Geç mi sizce?

- Geç ama hızlı yol aldım.

Nasıl bir yönetmendir Metin Günay?

- Ben seçici bir yönetmenim, her projeyi çekmem. İyi projeyi beklerim.

İyi proje nasıl anlaşılır ki?

- Benim için önemli olan ilk görüşte aşktır. Bir cümle bahsedilir projeden sadece, vurulursunuz. Veya tam tersi, hiç etkilemez. O ilk hissiyat önemlidir. Bir de senaryonun da içinde olan bir yönetmenim.

BU İŞİ BİR DERDİM OLDUĞU İÇİN YAPIYORUM

Nasıl yani?

- “Böyle bir senaryomuz var, çeker misin?” şeklinde çalışmayı tercih etmem, ben o senaryonun içinde olmalıyım. Olmazsam olmaz. Benim için hikaye önemli, ne söylediği önemli. Projenin bir derdi olmalı. Ben bir derdim olduğu için bu işi yapıyorum çünkü. Derdi olmayan bu işi yapmasın, yapamaz da zaten.

Haberin Devamı

Derdiniz ne?

- Dert şu: Ne anlatacaksınız, nasıl anlatacaksınız, anlattığınızda ne olacak? Bunlar önemli. O yüzden her proje yapılmaz diyorum zaten. Felsefesi olan, ruhu olan bir işin altına imza atmak lazım. Her şey para demek değil.

İyi de bu kadar idealist davranmak, ekonomik açıdan zorlayıcı olmuyor mu?

- Ben bu konuda şanslı yönetmenlerdenim. Çünkü bugüne kadar hep etkilendiğim işlerin yönetmenliğini yaptım. Çok proje gelmesine rağmen 5 sene oturduğumu da bilirim.

Boş oturduğunuz süre uzadıkça, “sektör beni unutuyor” diye bir endişeye kapılmadınız mı?

- Hiç... İlk görüşte, ilk dinlemede o işe âşık oluyorsanız, bir ruh üfleyerek onu doğru şekilde aktarabiliyorsanız tamamdır. Yönetmenlik ruh üflemektir zaten. Seyirciye hissiniz geçiyorsa, o hissi verebiliyorsanız iyi iştir.

Haberin Devamı

Ne gibi hikayeler sizin açınızdan “ilk görüşte aşk”a daha yakın?

- Yaptığım işlerin neredeyse tamamında gizli başarı hikayeleri vardır. İmkansızlıklar, zorluklar içinde başarıya yürüyen, bunu yaparken doğru insan olarak kalmayı da başaran insanların hikayeleri beni çekiyor. Kahramanlık hikayeleri de böyle değil mi? Kahraman kimdir diye sorsam şimdi mesela... Örümcek Adam ya da Süpermen midir kahraman yoksa Keloğlan mı?

Sizce?

- Bana göre yüzde 100 Keloğlan kahramandır.

Hangi sebeple?

- Şu sebeple... Birinin elinde insan üstü güçleri var, değil mi? Şimdi insan üstü güçleri olan biri kahraman olmayacak da kim olacak? O güçler bende olsa ben de kahraman olurum! Ama Keloğlan öyle mi? Hayatta hepsi hepsi bir ayağı çukurda anası ile bir de eşeği var. Buna rağmen devlerle savaşıyor, sultanın kızıyla evleniyor. Başarı hikayesi budur.

Haberin Devamı

Bu topraklarda sizi en çok etkileyen hikaye hangisi?

- Oğuz Kağan... İlk fırsatta onu çekeceğim.

Şimdi tüm zamanınızı “Diriliş Ertuğrul” alıyor olmalı.

- Evet ama bunun yanında başka bir ülkede çok büyük bir proje hazırlıyorum. Anlaşma tamam, senaryo aşamasındayım. Arada gidip geliyorum falan. “Diriliş Ertuğrul” ile o projenin koşturması bir arada gidiyor yani.

 ARADA BEN O ŞARKIYI SÖYLERiM SETTE

 ◊ Senaryonun içindesiniz, kameranın arkasındasınız, bu işin mutfağını en iyi bilenlerdensiniz. Oyuncu seçimini nasıl yapıyorsunuz?

- Ben bilinçli cast seçerim.

Her meslektaşınız gibi yani... Farkınız ne?

- Şöyle söyleyeyim; hikayedeki karakter ile onu canlandıracak oyuncunun kişiliğinin ve yeteneğinin buluşması lazım. Ben hep böyle cast yaparım. Yani “Aman şu isim popüler, ona rol vereyim” diye düşünmem. Hikaye kimi çağırıyorsa onunla çalışmak isterim.

İyi oyuncuyu nasıl anlarsınız? Diyelim ki daha önce hiç çalışmadığınız biri var karşınızda...

- Zaten oyuncu seçerken başka işlerdeki oyunculuğuna hiç bakmam. Oyuncu benim için hamurdur. Onu benim yoğurmam lazım. Yani mevcut şeklinde istemem onu.

Ama nasıl yoğuruyorsanız artık, normal hayatlarında bile rolleri gibi geziyorlar. Ses tonlarına ve vurgularına kadar hem de...

- (Kahkaha atıyor) O yüzden başka işlerdeki performanslarına bakmam ya zaten. Davet ederim, karşılıklı bir çay-kahve içerim.

BU SEKTÖRDE “BEN OLDUM” DİYEN “BEN ÖLDÜM” DER

Yeter mi o sohbet iyi oyuncu olup olmadığını anlamaya?

- Birisiyle tanışırsınız da içinizde bir şey hissedersiniz ya, onun gibi bir durum. Tabii tecrübe de var. O rolü taşıyabilir mi taşıyamaz mı anlarım o görüşmede. Size komik bir olay anlatayım. Bir gün yine oyuncu arıyorum. Senaryoya göre o karakterin çok sabırlı olması gerek. Herkes de sette o sabrı gösteremez. Aklımdaki isimleri ofise çağırdım “çay, kahve içelim” diyerek. Önce ilkiyle tanıştık. “Ne içersin?” dedim. Arkadaş “Çay” dedi. Çay söyledim. Bu arada ben başka görüşmelere devam ediyorum. O ilk gelen beklemeye 40 dakika dayandı.

“Hocam benim başka bir görüşmem vardı” dedi, gitti. İkincisi 1 saat dayandı. Bir diğeri 5 saat 45 dakika oturdu. O süre boyunca da “Niye oturuyorum, niye bekliyorum?” demedi. Sabretti. Ve şu an önemli oyunculardan biri kendisi.

O kişi sabrının karşılığını aldı yani... “Bekledim ama değdi, oldum” demiştir...

- Bizim sektörde “Ben oldum” diyen aslında “Ben öldüm” der. Bizde “oldum” yoktur, hep pişersin.

Diyelim ki “oldum” havasına girdi...

- E örnekleri çok zaten. Pik yapmıştır, o noktada “Tamam ben oldum” demiştir. Şimdi hiçbirini hatırlamıyoruz! Kimler geldi, kimler geçti. Arada ben o şarkıyı söylerim sette.

İTALYAN SiNEMASINI FERZANLAR GÖTÜRÜYOR

Yola hep dönem işleriyle mi devam edeceksiniz böyle?

- Yoo, günümüzde geçen bir film senaryosunu bitirdim. Uygun mevsimi bekliyorum çekmek için.

Nasıl bir iş olacak o? Yine mi kahramanlık hikayesi!

- Müthiş bir aşk, aynı zamanda da ciddi bir kırılma hikayesi. Bir iki proje daha var aklımda. Ama onlara direkt uluslararası proje gözüyle bakıyorum. Türk sineması artık kendini aşmalı, “biz yaptık, biz seyrettik” olmamalı.

Yabancı ülkeler bizim hikayelere sıcak bakar mı?

- Farkında mısınız, artık Avrupa sinemasını konuşamıyoruz. Neden, çünkü yok! 80’lerde, 90’larda konuşabiliyorduk; Alman sineması, Fransa sineması diyorduk. Ama şimdi... İtalyan sinemasını da bizimkiler götürüyor, Ferzanlar (Özpetek) yani.

Yazarın Tüm Yazıları