Paylaş
Bu başlık altında bugün iki yazıyı birleştireceğim.
Birincisi Mutfak Dostları'ndan bir haber.
Geleneksel Türk tatlıları, Mutfak Dostları Derneği ile Aşçılar Birliği'nin ortak organizasyonu altında 4 Aralık 1999 Cumartesi günü saat 14.00'den itibaren Büyük Sürmeli Oteli'nde düzenlenen uygulamalı bir panelde tanıtılacak.
Toplantıda önce bir sözel bölüm var. Beni de konuşmacı olarak çağırmışlar. Türk tatlılarının tarihi üzerine bir şeyler söylemem isteniyor. Asıl önemlisi, Unilever'den bir uzmanın hijyen üzerine yapacağı konuşma.
Tarihçi, yazar Turgut Kut'un yöneteceği panelin uygulamalı bölümünde ise Etiler Hünkar Lokantası'nın şefi ve sahibi Feridun Ügümü o çok ünlü irmik helvasını, Fındıklı Sardunya Restoran'ın aşçıbaşısı Ahmet Yavuz kazandibini, Sürmeli Oteli'nin şefi Bayram Dönmez ise kabak tatlısını bütün incelikleriyle hazırlayıp konuklara sunacak. Son olarak kadim dostum Nadir Güllü, Gaziantep baklavasının bütün aşamalarını adım adım anlatacak. Panelin sonrasında hazırlanan tatlılar hep birlikte tadılacak.
* * *
Gelelim tatlı yiyip tatlı konuşma işinin tatsız yanına.
Geçen hafta gündeme uzun süre oturan bir tartışma, her ikisini de tanıyıp sevdiğim ve en önemlisi değer verdiğim Hıncal Uluç ve Mustafa Denizli arasındaki süregelen söz düellosu beni çok etkilemişti.
Daha o etkiden kurtulamadan bu kez benim başıma bir olay geldi...
Konuşmak, insanlar arasında en önemli iletişim biçimlerinden biri. Yazışmak da bir tür konuşmak. Her ikisini yaparken de atalarımızın va'z ettiği, yazının başlığı olan kurala uymanın önemine hep inanageldim.
Uygar insan, her şeyden önce terbiyeli insandır.
Terbiyeli insan, önce karşısındakine saygı gösterir.
Aynı düşünceleri paylaşmak zorunda değiliz. Herkesin aynı biçimde düşündüğü bir dünya çok da tatsız ve renksiz olurdu.
Ama kimseyi, farklı düşünüyor diye aşağılamak bugüne kadar hiç aklıma gelmemişti. Başıma da gelmemişti doğrusu.
Ta ki, bir mektup alıncaya kadar.
Hüsrev Tolga İlhan adında bir okuyucum, Hürriyet Pazar'daki çay yazım üzerine aşağıdaki mektubu yollamış. İbret olsun diye aynen yayınlıyorum:
"Ah benim "çok kültürlü" kuş beyinli Tuğrul kardeşim,
Senin anneannen de çayı öylemi (doğrusu "mi" soru ekinin ayrı yazılmasıydı. T.Ş.) demlerdi. Her kültürün hoşlandığı gelenek haline getirdiği uygulamalar vardır. Türkiye'de de çayın nasıl demlendiği ortadadır. Tabiki (Tabii sözcüğü iki "i" ile yazılır. Ayrıca kelimenin sonundaki "ki" fazla. T.Ş.) Türkiye'ye çay kültürü dışarıdan gelmiştir ama bizim toplumumuz tarafından da (buradaki "da" da fazla olmuş. T.Ş.) değiştirilip bize özgü bir hale getirilmiştir. İngiliz kraliçesinin çayı nasıl içtiği belki çeşitlilik göstermek açısından ilginç bulunabilir ama çay asıl böyle içilir dersen adama kargalar bile güler.
Birde (Buradaki "de" ayrı yazılmalıydı. T.Ş.) "engin kültür bilgini" tekrar kullanarak kraliçenin kahveyi nasıl içtiğini anlat da türk kahvesini ona göre pişirelim."
Mektup burada sona eriyor.
Okuyucum medeni cesaret gösterip adını sanını yazmış.
Ben de bundan cesaret alarak mektubunu aynen yayınladım. Köşemde yayınlanan yazılarda, imza kime ait olursa olsun, Türkçe'ye özen gösterilmesi gerektiğine yürekten inandığım için sadece vahim Türkçe hatalarına işaret ettim.
Aslında sayın İlhan'ın mektubunda değindiği ilginç noktalar var. Bizim çay hazırlama tekniğimizin gerçekten bize özgü olup olmadığı, lezzet açısından çaya bir şeyler ekleyip eklemediği veya bu teknikle hazırlanan çayların gerçekten farklı ve özel bir aroması olup olmadığı gibi üzerinde gerçekten tartışmaya değer noktalar bunlar. Ben hálá okuyucumun düşüncelerini paylaşmıyorum. Ancak bütün bunları her yerde ve her zaman tartışmaya da hazırım. Ama medeni insanlarla, medeni bir ortamda bulunmak kaydıyle.
* * *
Tanıdığım iki kişi arasında bir anlaşmazlığa tanık olduğumda, mağdur bulduğum tarafa, "ama siz aranızda bir centilmenler anlaşması yapmıştınız" demiştim. Sözün muhatabı acı acı gülerek, "Tuğrul Bey, tam üstüne bastınız. O anlaşma, adı üzerinde, her iki tarafın centilmen olması halinde geçerliydi, ayak takımı arasında değil." demişti.
Terbiye ile tanışmak ve birlikte yaşamak bu kadar zor mu geliyor bazılarımıza?
Masum, küçük, ama önemli bir istek
Elektronik mektup, Florya'da oturan okuyucum Tahsin Erserim'den geldi.
Dert araçsızlık.
Sayın Erserim şöyle yazmış:
"Biz Florya sakinleri olarak, Florya'dan Yeşilköy'e yada Yeşilyurt'a hiç bir toplu taşıt aracı olmamasından şikayetçiyiz.
Hiç bir toplu taşıt aracı olmadığı gibi yürümek için bir yol yada kaldırım bile yok.
Florya Yeşilköy gibi kısa bir mesafe için taksi kullanmak zorunda kalıyoruz ve bu bize çok pahalıya patlıyor."
Okuyucum durumu yetkililere bildirmemi istemiş.
İsteği yerine getirildi.Herkese duyurulur.
Bir deprem önlemi önerisi
Bir okuyucum, depremle ilgili bir önlem önerisini elektronik postayla yollamış.
Sayın Emek, "Binalarımızı kontrol ettirmeliyiz ki, alınacak sonuca göre beklenen Istanbul depreminden korunacak önlemleri alabilelim. Binaların deprem kontrolunun vatandaşa bırakılması sonuç vermiyor. Apartmanlarda, binaların kontrolunu isteyenler ile bunu kabul etmeyenler arasında sorun çıkıyor ve kontrol yapılamıyor" demekte.
Önerisi, Hükümetin bir an önce her apartmanın usulune uygun şekilde zemin, temel, proje, beton kalitesi ve demir miktarı ve kalitesi kontrollerini zorunlu kılacak bir yasa veya kararname çıkarması.
Ben, kanun zoruyla yapılan işlere pek sıcak bakmadığımı peşinen söyleyeyim. Samimi düşüncem insanların bunu gönül rızasıyla, ama mutlaka yaptırmaları.
Asıl önemli bulduğum konu öneri içinde bir başka öneri.
Okuyucum, "bu kontroller için yapılan masraflar vergiden düşülmelidir" diyor.
Doğru ve gerçekten teşvik edici bir husus.
Ücretli, serbest meslek sahibi, herkes için geçerli olacak bu teşvik birçok İstanbulluyu gereken kontrolleri yaptırmak konusunda yüreklendirir.
Paylaş