Paylaş
Bugün Şeker Bayramı. Şeker gibi tatlı bir bayram geçirmenizi dilerim.
Zaten adı ne olursa olsun bayram gülmek, eğlenmek demek. Derin dinbilimi tartışmalarına girecek değilim. Belki orada aykırı kanıtlar ileri sürülebilir. Ya da mazohistler veya bilemediğim bir başka ruh hastalığı ile malul olanlar, bayramlarda gülüp eğlenmenin zararları üzerinde durabilir. Neyse ki böylesine yaklaşımlar tümüyle marjinal, yani sınır çizgisinin ötesinde. Toplumların sağduyusuyla kenara itilmişler. Ben, kendi hesabıma, bu konuda toplumla barışık olmaktan son derece mutluyum.
Ama eğlencenin bir önşartı var: Çalışmamak. Oysa birçok kişinin bayram tatiline girdiği şu anda ben bilgisayarımın karşısına oturmuş, erken hazırlanması gereken sayfalara bir bayram yazısı yetiştirmeye çabalıyorum.
Birkaç yıl Hürriyet-Pazar'ın editörlüğünü yapmıştım, oradan bilirim. Bazı durumlarda yazıyı bir an önce yazıp alışılmıştan daha erken yetiştirmek gerekir. Gecikmenin sonu, gazetede ayrılan yere elde hazır bekleyen ve cazip olmasına rağmen köşeyazısından ötürü yer bulamamış bir başka yazının konmasıdır. İşin kötüsü şu ki, o yazı köşeyazarının yazısından daha çekiciyse, varlık nedeninizin sorgulanmaya başlanması işten bile olmaz.
Az zamanda büyük işler başarmak her ne kadar içinde bulunduğum topluma atfedilmiş bir özellik ise de, benim böyle bir becerim olduğuna önce kendim inanmıyorum. O yüzden sorunumu bu hafta köşeme bir İstanbullu yazarı konuk etmekte buldum.
ESKİ İSTANBUL RAMAZANLARI
'Eski İstanbul Ramazanları', Halit Fahri Ozansoy'un küçük bir anı kitabı. Kitabın adındaki 'eski' sıfatına da pek takılmayın. Halit Fahri Bey, kendi tanık olduğu yirminci yüzyılın başındaki İstanbul'daki Ramazanlardan söz etmekte. Ama yine de o günler ne kadar farklıymış!
Halit Fahri Bey ile Kızıltoprak'ta altlı üstlü komşu olarak otururduk. Ben küçük bir çocuk, o ise yaşlı başlı tam bir İstanbul beyefendisi idi. Yıllar sonra da bu kez Hisar'da böyle bir başka komşum oldu. O günlerde Cevdet Kudret Bey'le ayaküstü konuşmak bile beni nasıl heyecanlandırırdı!
Eski İstanbul'u eski İstanbulluların dile getirmesinden daha doğal bir şey yok. Hele bunlar bir de yazı ustaları ise o zaman yazılanları okumaya doyulmuyor.
İşte Halit Fahri Bey'e ait o anılardan bazıları...
BAYRAM SABAHI
'Sabahı iple çeken çocuklar, ortalık ışıyınca yataklarından fırlarlardı. Bu esnada büyükler de uyanmışlardır. Erkekler acele giyinerek bayram namazına giderlerdi. Onların dönüşüne kadar, evlerde çocukların yeni elbiselerini giyme merasimi başlardı. Bir oğlan, kendisinden küçük olan kızkardeşinin saçlarını tarayıp çift veya tek örgü ile kurdelelerle süslerken, daha onun cici elbiseleri giydirilmeden, duyduklarını büze büze bir öfke ile, bazan da bir ağlayışla, kendisinden evvel giydiriyorlar diye titizlenir, o zaman teyze veya hálá bu yaramazın tuvaleti ile meşgul olurdu.
Biraz sonra babalar, amcalar, dayılar ve yetişkin oğullarla torunlar namazdan dönerlerdi. O zaman, sırası ile, büyüklerin ellerini öpme yarışı başlardı. Büyükler de 'Allah nice seferlere kavuştursun; berhudar olun' duaları ile yavruların yüzlerini, gözlerini öperlerdi.
Biraz sonra kapı çalınmağa başlardı. İlk gelenler, yine yepyeni elbiseli komşu çocukları idi. Bunlar da el öpüp dua alırlar ve kendilerine pırıl pırıl gümüş bir iki çeyrek, bazan da -ailenin gelirine göre- bir çeyrek altını ipek mendillerinin ucuna düğümlenerek hediye edilirdi. Bu, Ramazanda bazı iftar sofralarındaki misafirlere giderlerken verilen 'diş kirası' bayağılığına hiç benzemeyen çok asil bir adetti. Şeker bayramlarındaçocuklara şeker ve lokum da yedirilirdi. Aradan biraz zaman daha geçince, evin hizmetçisi, kalfa veya aşçı kadınları da, -bunlardan hangisi varsa- evlerde efendi ve hanımların ellerini öpmeğe çıkarlar; evde uşak veya aşçı bulunuyorsa, onlar da, sırtlarında yeni mintanları ile, selamlığa inen efendilerinin ellerini öpmekte gecikmezlerdi.
Aradan yarım saat, bir saat geçmeden, uzak yakın dost ve akrabaların tebrik ziyaretleri başlardı. Fakat evin beyi herhangi bir hükümet dairesinde memursa, kalem arkadaşları ile bir gün evvel kararlaştırdıkları birinin evine gitmiş olurdu. O evde bütün arkadaşlarla birleşirler ve hep birden müdür beyin evine gidip tebrikte bulunurlardı.
Evlerde ziyaretçilere şeker, lokum ve şerbet ikramı devam ederken, sokaktan Ramazandaki gibi bir davul sesi gümbürderdi. Gelen bekçi ile yanındaki davulcusudur. Davulcu hem tokmağını gümbür gümbür davuluna indirir, hem maniler okurdu. Mahallenin emektar bekçisi de ev ev dolaşarak kapılardan verilen veya kafesli pencerelerin altından hanımların attığı bahşişleri toplardı. Böylece bahşişler toplanarak okunan manilerden birkaçı şöyle idi:
Buna bayram ayı derler
Bal ile şekerden yerler
Eskiden adet olmuş
Bekçiye bahşiş verirler.
Yahut bahşiş zamanı uzarsa, evdekilerin elini çabuk tutması için şu mani:
Kedi damdan dama atlar
Bekçinizin ödü patlar
Merak etme bekçi baba
Efendi (yahut Hanım) kesesini yoklar.'
Halit Fahri Bey, dul ve yaşlı bir hanımın önünde de buna benzer bir mani okunduğunu belirtiyor ve ardından İstanbul'un bayram yerlerini anlatarak öyküsüne devam ediyor.
YA BUGÜN?
Yazıyı yazmadan önce, vaktin bütün darlığına karşılık, Halit Fahri Ozansoy'un o tatlı ve akıcı üslubuna kanarak 'Eski İstanbul Ramazanları'nın tümünü okudum. Tümü dediğim zaten iri puntolu küçük boy 128 sayfalık bir kitap. Gözüm arka kapağına takıldı. Benim elimdeki 1968 baskısı ve üzerindeki fiyat 5 lira. Sonra bir sahaf beğenmeyip 500 lira yapmış. Bir başkası 500 rakamının üzerinde tahrifat yapıp fiyatı 3000'e çıkarmış. Tam tamına üç bin lira!
O zaman kendimin de geçmişte kaldığına inanmaya başladım. Geçmişte yaşayan birisinin kendisinden önceki yıllarda yaşanmış olanlara dair garip duyguları sardı benliğimi.
Geçmiş geride kalmış ve artık bir daha gelemez. Önümüzde yalnız gelecek var. Bunu biliyorum. Ama geçmişte kalmış bazı şeylere imrenmek de mi yasak?
Sakın imrenmek deyince aklınıza -bunun bir yiyecek-içecek yazısı olmasından ötürü- yazıda sözü edilen eski şekerler, lokumlar, şerbetler gelmesin. Ben mesela kedinin damdan dama atlamasından ödünün patladığını söyleyerek kendisiyle ve yine aynı manide kesesini yokladığı dile getirilen pinti ev sahibiyle ince ince alay edilebilmesine imrendim. Nerede o eski ince alaylar?
Paylaş