Paramızla kabus gibi bir tatil yaptık

Geçen hafta elli yıl öncesinin otelciliğini yazmış, daha doğrusu Burhan Oğuz'un anılarından nakletmiştim. Bu hafta da elli yıl sonrasına, günümüze geliyoruz.

Ucuzculuktan ne hale geldiğimizi gösteren bir örneği aşağıdaki mektupta göreceksiniz. Benim bütün bunlara ekleyeceğim hiçbir şey yok. Hatta köşeye sığsın diye birçok ayrıntıyı da atlamak zorunda kaldım. Yorumu size bırakıyorum...

Kıştan beri dört arkadaş tatil programları yaparak nihayet yazı getirdik ve gideceğimiz yeri gerek medyanın gerekse çevrenin etkisinde kalarak belirledik.

İyi bir seçim olduğuna inanarak ve bebeklerimizin de ilk tatili olacağının heyecanıyla hazırlıklarımızı tamamladık. Eşim, tam bir ay öncesinden rezervasyonumuzu yaptırdı.

İşte tatil haftası... Heyecanlıyız, içimiz kıpır kıpır. Güzel bir yolculuğun ardından otele vardık.

Otele girişte ilk problem, yaptırdığımız rezervasyona uygun odalar verilmemesi ve alternatif odalara yerleştirilmemiz oldu. Resepsiyon çalışanlarının yakın ilgilerine karşılık hoşgörülü davrandık ve odalara doğru yola koyulduk. Odaya girdiğimizde eski bir yatak örtüsü, derme-çatma bir koltuk vardı. Buna karşılık bebek olduğunu bir ay öncesinde yazdırmamıza rağmen bebek karyolası yoktu. Arkadaşlarımızın ise sorunu daha büyüktü: Tekli yataklar ve yine odada bebek karyolasının bulunmaması! İtiraz ettiğimizde, ‘‘isteğiniz prosedüre aykırı. O yüzden yatakları değiştiremiyoruz’’ yanıtını aldık.

Yaklaşık bir saat sonra odayı değiştirdiler ve biraz dinlendikten sonra öğle yemeği için bu küçük olumsuzlukları gözardı ederek restorana gittik. Restoranda manzara tam felaketti. İnsanlar güruh halinde, oradan oraya kuyruklar şeklinde yemek bekliyorlardı. Yani yiyeceğiniz bir tabak yemek için yaklaşık 10 dakika bekliyordunuz.

Otel'in kapasitesinin üstüne çıkacak şekilde talep olması güzel. Ama bunu karşılayacak personelin, daha da önemlisi yönetim ve organizasyonun yoksa otelin ucuz bir pansiyondan farkı kalmaz ki... Kaldı ki pansiyonda yemek sırası da yoktur.

Bu arada bebekleri oturtacak mama sandalyesi arıyoruz. Sadece 8 mama sandalyesi ve onlarca bebek-çocuk...

Hayal kırıklıklarımız artıyordu. Anlamsızca birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Yemekler rezalet -üstelik sıra bekliyorsun insanlar doyumsuz, müzik neredeyse hiç yok. (Nalan'ın ilk kasetini 6 gün dinledik-sanırım yabancılar talep ediyorlar) ve animasyon sıfır!

PLASTİK BARDAKLAR

Tatilin ikinci günü... Kahvaltıya giderken -en azından kahvaltımızı güzel yapıp o iğrenç yemeklerden yemeyiz, çünkü kahvaltı için konulacaklar mutlaka kalitelidir- diye düşünüyorduk. Ve tekrar o restoran. Zeytinler kötü, peynirin saman tadından farkı yok, reçeller... İnsanlar mısır gevreği yiyor. Yani kahvaltı Türk tipi değil, Avrupa özentisi. Kahvaltıda yine birbirimizin yüzüne bakıyor ve artık sinirden olsa gerek sadece anlamsızca gülüyoruz. (Bu arada bebek karyolası nihayet bulundu)

Ortalıkta plastik bardaklar kullanılıyor. Daha sonra bunlar içiçe toplanıp su dolu bir fıçının içine atılıyor. Ardından buradan çıkartılıp kağıt üzerine diziliyor. Beş dakika sonra gidip o bardağı kullanmak zorunda kalıyorsunuz. Anlayacağınız hijyen de animasyon gibi sıfır!

Bu arada çocuklarımız hiçbir şey yemiyor. Onların bu isteksizliklerini ortam değişikliğine ve havanın sıcak oluşuna bağlıyoruz. Öyle ya onlar bizim aradığımız kaliteyi sorgulayacak durumda değil... Resepsiyondan bize restoranlardaki çocuk köşelerini tavsiye ediyorlar.

Üçüncü gün denemek için baktık ve burada sıcak su-süt ve patates püresi olduğunu gördük. ‘‘Hiç yoktan iyidir’’ deyip patates püresi aldık. Çocukların her ikisi de daha ilk lokmada ağızlarındakini tükürdü. Tadına bakmak için denediğimde pürenin ekşidiğini fark ettim. Garsona gösterdim. Cevap basitti: ‘‘Herkes memnun hanımefendi.’’

Çıldırmak üzereyiz. Bu bir şaka mı? Ya da şu güncel basit sit-com benzeri bir şey miydi yaşadıklarımız...

Bunlar gibi diğer günlerin de daha kötü olduğunu söylemeliyim. Tesis çok güzel ama organizasyon berbat... Sadece orada minik ücretlerle çalışan insanlar dışında. Onların ilgisi ve güleryüzü tek memnun kaldığımız konuydu.

Tatilin beşinci günü akşamı oğlum huysuzluk-kusma ve ishal üçlüsüyle hasta olmaya başladı. Doktorunu da arayarak gerekli müdahaleyi kendi çapımızda yaptık.

Ve işte cumartesi... Kabus tatil sona eriyor. Hızlı bir şekilde hazırlanıp odayı terkediyoruz. Oğlum hala hasta...

AMİPLİ DİZANTERİ

Check-out'a geldiğimizde bir ailenin otelin genel müdür yardımcısı ile tartıştığına şahit oluyoruz. Konuşulanları dinlediğimde ise yüreğimdeki çarpıntı hızlanıyor. Kollarında 6 aylık bir bebeği olan anne üç gündür devlet hastanesinde kaldıklarını ve bebeğe 'amipli dizanteri' teşhisi konulduğunu anlatmaya çalışıyor. Bir anda eşimle ve diğer arkadaşlarımızla göz göze geliyoruz. Belirtileri soruyoruz. Benim oğlumla aynı...

Tartışmaya biz de dahil oluyoruz. Yönetimin bizi pasifize etmeye yönelik tavrı utanç verici. Şikayetleri kabul ediyor ama yapacak birşey olmadığını da ekliyorlar. Aslında yemeklerin kötü olduğunun, hijyenik olarak hazırlanmadığının, havuzun içinde pislikler olduğunun ve daha birçok şeyin farkındalar ama dediği gibi yapılacak bir şey yokmuş gibi davranmak kolaylık... Sadece gelen para önemli... Bir sonraki senede ne olacağı değil!

BU TESİS KAPANMALI

İstanbul'a dönüyoruz. Dönüş yolunda oğlumun rahatsızlığı artıyor bir de ateş ekleniyor şikayetlere... Teşhis 'amipli dizanteri' .

Tatil başlangıcı 07.07.2002, bugün 25.07.2002 ve kabus devam ediyor... Oğlum hala tedavi oluyor, hala bir şey yiyemiyor ve biz geceleri uyuyamıyoruz.

Bunlar yaşananların aynaya yansıyan sadece minik bir karesi. Hani o bangır bangır turizm ölüyor, tesisler boş, kapanıyor nidalarıyla gazetelerdeki başlıklar böyle bir otel için elbetteki geçerli. Bunlar düzeltilemiyorsa tabii kapanmalı. Çünkü acı veriyor; mutluluktan ziyade.

Olması gereken kaliteye yakışır hiçbirşey bulamadığımız gibi, 'paranla rezil olmak' deyimine uygun kötü bir tatil. Üstelik etkileri hálá devam eden...

Çalışan insanlar olarak bir yıl boyunca hevesle beklediğimiz ve dinlenebilmek için ayırabildiğimiz bir hafta ve bu kaliteye güvenerek ödediğimiz bedel... Akabinde gittiğimiz doktorlar ve ilaç masrafları...

Bu seneye kadar gittiğimiz en kötü tatili bizlere yaşattıkları için otelin yönetimini kınıyoruz.

Yapılan reklamlar, yazılan yazılar, o boy gösterdiğiniz gazete sayfaları kocaman bir bulut yükü yalandan ibaret artık bizim gözümüzde...

Çok yazık....
Yazarın Tüm Yazıları