Müzikal operete karşı!

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Ne zaman Londra veya New York’a yolum düşse, ilk aklıma gelen bir müzikale gitmek olur. Her zaman da uygun bir fırsat bulunur. Afişleri yıllardır inmeyen müzikallerden birine gitmek veya yeni bir müzikali seyretmek bu kentlere özgü bir keyiftir. Çoğu kez oyun saatinden önce bir yerlerde iştah açıcı birşeyler içilir, oyundan sonra da güzel bir yemek yenir. Yani işin bir de ritüelik bir yanı var.

Nedense müzikaller bir Anglo-Sakson geleneği gibi görünüyor. Fransa, İtalya, Almanya gibi müzikle neredeyse özdeşleşmiş ülkelerde bile öyle müzikale falan rastlanmaz. Herhalde buralarda onun yerini operetler tutmuş. Her ikisi aynı mı? Değil, ama aralarındaki farkı anlatmak için gerçekten işin uzmanı olmak gerek. Benim gibi müzikle sadece dinleyici olarak ilişkisi olan biri açısından önemli olan nokta şu: Operet artık yenilenmeyen bir tür. Avrupa’da yirminci yüzyılda bestelenmiş ve geniş seyirci kitlelerine ulaşmış yeni bir operet hiç duymadım. Türk operetleri ise Rey kardeşler ile sona ermiş gibi.

Müzikaller dünyasında ise sürekli yenilikler var. Seyirciyle yeni oyunlarla tanışıyorlar ve çoğu da ilgiyle karşılanıyor. Çünkü müzik bir yana, temalar ve tiplemeler operetlere göre daha çağdaş, daha güncel. Bu da seyircinin ilgisini çekmek açısından ciddi bir avantaj.

Bizde operanın gelişiyle birlikte operetler de sahnelerde yer bulmaya başlamış. Böylece kıta Avrupası geleneğine bağlanmışız. Yani müzikal yerine opereti tercih etmişiz.

Yine de istisnalarına rastlanmakta. Böylece farklı bir müzik türünün keyfi yaşanmakta. Bunu İstanbul Devlet Operası’nda Tatlı Charity’i seyrederken bir kere daha hissettim.

Tatlı Charity

Tatlı Charity son yıllarda İstanbul’da seyrettiğim ilk müzikal. İyi ki de seyretmişim.

Neil Simons’ın oyunu, Fellini’nin 'Le Notti di Cabiria' (Cabiria’nın Geceleri) filminden alınma. Simon filmin ana öyküsünü Roma’dan New York’a taşımış. Tema ise yerli yerinde bırakılmış. Atilla Dorsay, program dergisine yazdığı yazıda 'bir dizi garip serüven içinde hayatın anlamını, mutluluğu, 'kardeş ruhu' aramaya girişen zavallı bir fahişenin öyküsü' diye özetliyor hikayeyi.

Dorothy Fields’in şarkı sözleri ve Cy Coleman’in besteleriyle de ortaya güzel bir müzikal çıkıyor sonunda.

Oyunu seyrettiğim akşam Charity rolünü Müjgan Özçay oynuyordu. Bu işten anlayan hiç kimse rolünde kusur bulamadı ama, bana o başrol büyüsü yokmuş gibi geldi.

Müzikalde, operada, tiyatroda büyünün işi ne demeyin. Mesela aynı oyunda Nickie rolündeki Sibel Sürel sahneye ayak attığı anda ilgiyi üzerinde topladı. İşte büyü bu.

Oscar rolündeki Yücel Özeke ise büyük bir oyuncunun kumaşından dokunduğunu hemen hissettirdi. Sesinin güzelliği ve şarkı söyleşindeki duygu yüklü hava etkiliyeciydi.

Arada Haldun Dormen‘i gördüm. Oyunun temposunu ağır bulmuş. Bana da haklı gibi geldi. Oyun yine de çok güzeldi.

Tatlı Charity bir süre daha oynayacak. Mutlaka gidip görün.

Operada bilet eziyeti

Tatlı Charity aylardır oynuyor. Öyleyse niye şimdi yazıyorum?

Cevap, bilet bulmaktaki zorluk.

Aylardır bilet bulabilmek için çırpınıyorum.

Üstelik eşim opera sanatçısı ve çalıştığı yer İstanbul Devlet Opera ve Balesi. Kendi işyerinde bir bilet bulabilmek için ne eziyetler çektiğini bildiğim halde 'bilet' diye tutturdum.

Sonunda bir iade bileti bulup getirdi. Ben de oyunu seyredip yukarıdaki yazıyı yazabildim.

İstanbul Operası’nın biletleri aylar öncesinden bitiyor. Buna bir müziksever olarak ne kadar sevindiğimi anlatamam. Yine de bu durum, bilet için çabalayanlar açısından azaba dönüşmemeli.

Aslında fazla aranmaya da gerek yok. Londra’da ve Broadway’de bunun çözümlerini gördüm. Bazen oyuna birkaç saat kala bile bilet bulabiliyorsunuz.

Bunun yöntemini yetkililer biliyordur eminim. Bilmiyorlarsa bile kısa yoldan öğrenmeleri mümkün.

Yoksa bir oyunu seyredip seyretmemem hiç önemli değil.

Yazarın Tüm Yazıları