Millet dimdik ayakta; devlet mevlet yok!

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Başlığı her ne kadar ben yazdımsa da, görüş bana ait değil. Bu sözler, bir gerçeği tespitten çok deprem bölgesinde yaşayanların, oralara gidenlerin ortak duygusunu yansıtıyor.

Depremin özellikle ilk iki gününde İzmit’te, Gölcük’te, Yalova’da, bir sivil girişim ile sıradan insanlar; sokaktaki vatandaş; sağ kurtulan depremzedenin kendisi, akrabası, yakını, eşi dostu; dünyanın dört bir yanından gelen yabancı uzman gönüllüler; AKUT’lular; asker; polis; itfaiyeci ve daha burada saymayı unuttuğum başkaları enkaz altında kalanları kurtarmak için olağandışı, insanüstü bir çaba gösterdi. Kısmen sonuç da alındı. Binlerce kişi enkaz altından çıkartıldı. Alkışlar sevinç gözyaşlarına karıştı.

Kişisel yardımlar

Depremin üçüncü günü Etiler’deki Hünkar’da öğle yemeğindeyim. Bir ara Hıncal Uluç bize katıldı. Kahve eşliğinde söyleşiyoruz.

Yanıma Alkent’te oturduğunu söyleyen genç, zarif bir hanım geldi. Kendisini tanıttı. Bir gece önce evde bulduğu battaniyeleri, giyecekleri kapıp Avcılar’a gidişini anlattı.

Söylediklerinde en ufak bir övünme, en küçük bir gurur yok. Ama, 'bunu yazın' diyor. Kendisi için değil, başkalarının da özenmesi için.

Bir hemşire hanım, 'elinizdeki battaniyelerin bir tanesini bana verebilir misiniz?' demiş. 'Sözü mü olur' diye atılmış genç gönüllü.

Evinin karşısında geceyi çıplak kollarını bile örtemeyen bir bluzla geçiren yaşlı kadın sormuş, 'Kaça?' diye. 'Ne parası?' diyor genç kızımız.

Bir ara yengemle telefonla konuşuyorum. Silivri’deki evleri çatlamış. Sokakta yatıyorlar. Ya oğlu, yeğenim? ‘Berkay günlerdir deprem bölgesine yardım taşımakla meşgul’ diyor.

İnsanımız depremin orta yerinde sağ kaldığını gördüğü ailesini bırakıp ihtiyacı olanların yardımına koşuyor...

Toplu girişimler

Cuma günü işim düştü, Hırdavatçılar Çarşısı’na gittim.

Uğradığım dükkánın sahibine kapıdan bir şeyler söylediler. Sözler hafif şifreli gibi, ne dendiği açık anlaşılmıyor. Merak edip sordum. 'Biz çarşı olarak bir yardım kampanyası düzenledik' dedi. Yarın toptancılardan yardım malzemesini toplayıp kamyonlarla taşıyacağız. Koordinasyon görevi bana verildiği için durumu bildiriyorlar.'

Bir gönüllünün anıları

Sabah çayını içtiğim kahvede cumartesi günü bir genç adam yanımdaki masaya oturdu. Ben gazeteleri okuyorum. Önce bir laf attı. Laf lafı açtı. Sonra İzmit’ten geldiğini anlattı. Oradaki çalışmaları birinci ağızdan aktardı. Çok yorgun ve aynı derecede üzgündü. Devlet yetkililerinin söylediklerinin çoğunun gerçeği yansıtmadığından bahsetti.

'Gerekirse yine gideceğim' dedi. İşinden bunun için gereken izinleri almış. 'Zaten kimse bu konuda en ufak bir zorluk çıkarmadı' diye ekledi.

Devletin kızgınlığı

'Ol af-tab-ı saltanat ol şehsüvar-ı memleket' başbakanımız ise inanılmaz derecede hassas.

'O saltanat güneşi, o ülkenin usta yöneticisi' başbakanımızın hassasiyeti yalnız deprem konusunda değil. Asıl hükümete yöneltilen eleştirilerden rahatsız. Basına kibar bir üslupla veryansın ediyor.

Cumhurbaşkanı da aynı hassasiyeti paylaşıyor. Ardından Genelkurmay Başkanı da benzer bir demeç veriyor.

Oysa vatandaş da, basın da ne dediğini iyi biliyor. Eleştiriler ne hükümetin başına, ne çalışan bakanlarına, ne devletin gayretli memuruna, ne askere, ne polise. Eleştiriler, devlete!

Çünkü devletin -dikkat edin hükümetin değil, devletin- elinde böyle bir durum için bir acil plan yoktu. Hiç şüpheniz olmasın bugün de yok. Kurtarma çalışmaları ilk andan başlayarak örgütlenemedi. Bu yazının yazıldığı pazartesi günü bile tam bir örgütlenme sağlanamamıştı. Yolların açılması, bir trafik düzeni kurulması ve iletişimin kurulması için acil müdahale yapılamadı.

Ulaştırma Bakanı televizyona çıkmış, 'efendim köprüler yıkıldı, yollar tıkandı' diyor. Silahlı Kuvvetler bu hükümete bağlı değil mi? Bağlıysa, İsmet Berkan’ın Radikal’de sorduğu soruyu tekrarlayayım: 'Eğer bu yol bozuklukları bir savaş anında olsaydı, Ordumuz üç gün yollar açılsın diye bekler miydi?'

Savaşta telefon hatları depremdeki durumuna düşseydi, birlikler arasında iletişim kurulması bu kadar saat alır mıydı? Alabilir miydi?

Bu soruların cevabını bilmek için kurmay olmaya, asker olmaya, hatta askerlik yapmış olmaya bile gerek yok. Askerlik şubesinin kapısından uğramış herkes Türk Silahlı Kuvvetleri’nin böyle engelleri birkaç saat içinde aşıp geçeceğini bilir.

Öyleyse bu imkan niye kullanılamadı? Ya da daha doğru bir deyişle, bu tür imkanlar, felaketin her aşamasında niye kullanılamadı? Devlet niye kendisini vatandaşın yanında hissetiremedi? İşte asıl mesele buydu.

Sağlık ve Ulaştırma Bakanları: İki bakar kör

Bir de yeri ve zamanı değil belki ama, söylemeden geçemeyeceğim. Sağlık Bakanı Osman Durmuş bu deprem sırasında kamuoyu önünde çok, ama boş konuştu. Televizyon ekranlarından eksik olmadı. Bense Sağlık Bakanı’nı izlerken her defasında utandım. O ne biçim bir üslup, o nasıl sözler? Yok hiçbir şeye ihtiyaç yokmuş. Yok efendim dışarıdan gelen doktorlar başımıza dert oluyormuş.

Ulaştırma Bakanı’nda da benzer bir üslup. Yabancı kurtarma ekiplerinin zamanında deprem yerine ulaştırılamamasından utanacağına, 'Yunanlı kurtarma ekiplerini buralara nasıl sokarız efendim, buraları hassas bölge' deyişindeki sığlık ve çiğlik bir Türk olarak beni utandırdı.

Böyle insanlar -hele Sağlık Bakanı gibisi- üç gün önce kabilelikten devletliğe terfi ettirilmiş zıpçıktı memleketlerde bile bakan yapılmazlar. Daha önemlisi bu tür insanlar bizi herkesin önünde utandırıyor, başımızı yere eğdiriyor. Türkiye bu tür ilkel insanların böyle mevkilere taşınacağı bir ülke olamaz, olmamalı. Bu ayıp derhal temizlenmeli.

Tüpraş

Bir de takıldığım Tüpraş yönetimi var. Yönetimden kastim ise yönetim kurulu başkanı, üyeleri ve genel müdür ile yardımcıları.

İlk günler de sanki yer yarıldı da saydıklarımın hepsi içine girdiler.

Rafineri cayır cayır yanıyor, yangın giderek büyüyor, İzmit’i ve giderek bütün bölgeyi tehdit eder hale eliyor, onlar ise ortalıkta görünmüyorlar.

Yangın zaman içinde kontrol altına alınıp tehlikenin geçtiği anlaşıldığında ortaya dökülmeye başladılar.

Bu arada genel müdür olacak adam, basın toplantısı sonunda, 'zırt pırt bizi arayıp bilgi isteyerek Tüpraş çalışanlarını rahatsız etmeyin. Bizim işimiz var. Sizinle uğraşamayız' dedi.

Behey genel müdür müsvettesi olacak adam: Basının işi bilgi alıp kamuoyunu aydınlatmak. Senin görevin de, eşşek gibi, bu bilgiyi vermek. Tüpraş’da bunu sağlamak için bir basın sözcüsü tayini de senin işin.Tayin edersin bir basın sözcüsü, tek ağızdan bütün açıklamaları o yapar. Boş zamanlarında da, emir buyurursan, tanklara su sıkar. Artık orası senin bileceğin iş.

Bir Millet Yeniden Uyanıyor!

Bütün bunlar önemli olmasına önemli de, yine de en acil gündem maddesini oluşturmuyor artık. Acil gündem maddesi, acıların sarılması.

Enkaz altında artık pek az umut var.

Şimdi depremden kurtulanların yaşama döndürülmesi çok önemli.

Devlet, hiç olmazsa bu konuda yol gösterici olmalı.

Nerede, kimin, neye, ne kadar ihtiyacı var? Bunu ancak devlet söyleyebilir. Ayrıca söylemek onun üzerine farz.

Devlet önce ihtiyacı doğru olarak tesbit edip bir takvim çerçevesinde açıklayacak.

Ardından kendisinin yapacağı hizmetleri de, yine bir takvime bağlı olarak bildirecek. Mesela yeni yerleşim alanlarına elektrik getirilmesi, su getirilmesi, kanalizasyon hizmeti getirilmesi gibi.

Sonra evdi, okuldu, yurttu, hastaneydi, artık her ne ise bunları bildiricek. Yeriyle, yurduyla, kapasitesiyle...

Türk milleti de kurumlarıyla, kişisel çabalarıyla bunları mutlaka, hem de en iyi şekilde yapacak.

Bundan kimsenin en ufak bir şüphesi yok.

Milli Mücadele’de sırtında mermi taşıyan, gece gündüz askere elbise diken, bir kağıt parçası bile istemeden malını, mülkünü, parasını devlete veren yoksul Türkiye’nin aç ve açık insanının başardığını, aradan seksen yıl geçtikten sonra bugünün çok daha ileri Türkiyesi’nin insanı da aynı vatanseverlik ve bundan da öte insanseverlik duygusuyla mutlaka başaracak.

Önümüzdeki günlerde bir milletin yeniden uyanışına görgü tanığı olacağız.

O heyecanı şimdiden içimde hissediyorum.

Yazarın Tüm Yazıları