Kuşların dili

Yemek kültüründe, pozitivizm öncesi anlamında ‘‘ilkel’’ bir anlayış, yiyecekler ile sembolik anlamları arasında bir bağ kurmuş. Beyin salatası veya beyin tavası yenince akıllı olmayacağımızı bugün biliyoruz. Dün buna inananlar çoktu. Mesela Romalılar, ancak böyle bir gerekçeyle açıklanabilecek bir tutumla, imparatorluğun en ihtişamlı günlerinde fil hortumundan devukuşu beynine kadar sürü sepet egzotik yiyeceğin peşinde koşup durmuştu. Ne fil hortumu, ne de devekuşu beyni derde deva olmadı ki, vakti kerahat gelince koca imparatorluğun Batı'da kalan kolu barbar kuzeylilerin atların nalları altında bir paçavraya dönüştü. Ama yine de benim hâlâ şüpheyle yaklaştığım bir noktayı da gizleyecek değilim. Roma'nın ünlü hatiplerinin becerilerini pek düşkün oldukları bülbül dilinden alıp almadıklarını düşünürüm. Hatta meraklısı yalnız bülbülle yetinmez, kuşbazlara benzer kuşları da toplatır dillerinden yemek yaparmış. Sakın bu yalnız Romalılara özgü sanılmasın. Zamanla minicik kuşların daha da küçük dillerinin pişirilmesi kesilmişse bile, sözgelimi Araplar ‘‘lissan al assfur’’ -tam Türkçe karşılığı olarak ‘‘kuşların dili’’ni - bir tür makarna yemeği olarak pişirmeye devam etmişler. Bu yemeğin eti, hadi kötü çağrışımlara yer vermemek için kuşbaşı demeyelim de- küçük doğranmış kuzu eti. Kuş diline benzeyen ise yemeğin İtalyanların ‘‘graniamo’’sunu andıran makarnası. Sözü uzatmamak için şimdilik bu örnekle yetineceğim.Sözü uzatmamak diyorum, çünkü editörüm yazılarımın sonuna eklediğim Türkçe notlarını birkaç haftadır kesip atıyor. Yazı işleri müdürü olmanın zevkli tarafı da bu zaten. Ben de onun kesip attığı bölümleri bir araya getirip ayrı bir yazı konusu ederek rövanşı almaya çalışacağım.Şeker hastalığı sandığımdan da kötüymüş. Tatlı tatlı konuşup, yazarken birden aklıma kötü bir şey düşüveriyor ve hemen celalleniyorum. Sinirlerime hâkim olamıyorum. Ortalığı kırıp geçiriyorum. Şimdi akıllı uslu bir pazar yazısı yazmak varken, güzelim yemeklerden ve içkilerden söz edecekken birden aklıma son yolculuklarım geliverdi.Şu sıralar oldukça sık uçakla seyahat ediyorum. Havaalanlarında ne Türkçe, ne Arapça, ne de Osmanlıca bilmeyen ama ille de eski deyişleri kullanmaya meraklı görevliler, yolcuların uçağa teşrif etmelerini rica edip duruyorlar. Aynı özenti, uçağın içindeyken yolcuların ön kapıya çağrılmasında da kulakları tırmalıyor. Akıllarınca nezaket göstermekteler; oysa yapılan bir dil katliamından başka bir şey değil. En az on defa dikkat çekmeye çalışmış olmama rağmen, Arapların ‘‘kırk kereye kadar tekrarda fayda vardır’’ sözünden cesaret alarak bir kere daha yazayım. Teşrif Arapça ‘‘Şeref’’ten gelir. Sözlükler kelimeyi ‘‘Şereflendirme’’, ‘‘Gelmesiyle bir yere şeref verme’’ diye açıklıyor. Bence çok abartılı bir üslup. Yolcuların uçağa binmelerini rica etmek pekâlâ yeterince nazik sayılır. Ama ille abartacağım diyenler, dilin mantığı açısından yolcuların ‘‘uçağa’’ değil ‘‘uçağı’’ teşrif etmek -yani onurlandırmak- durumunda olduğunu bilmekle mükellef. Bir Türk Hava Yolları görevlisinin -hatta bırakın Türk Hava Yolları görevlisini- anadili Türkçe olan herhangi birisinin, anonsların İngilizcesini doğru, Türkçesini yanlış yapması beni deli ediyor. Ancak deliriyorum ama yanlışlar düzelmeden de akıl hastanesine girmemekte kararlıyım. Türkçeyi katledenlerin başına ekşimeye devam edeceğim.GAZETELERDEKİ TÜRKÇEÇuvaldızı kendimize batırmak için itiraf edeyim ki, dilimizi inanılması gerçekten güç bir özensizlikle kullananların başında medya geliyor. Bu medya içinde bir medyumu, gazeteleri, diğerlerine oranla daha çok önemsiyorum. Çünkü Romalıların dediği gibi, söz uçuyor ama yazı en az bir gün gözönünde kalmakta. Tabii televizyonlardaki bozuk Türkçenin her gün ısrarla tekrarlanması sözkonusu ortamı da feci ölçüde kokuşturmakta. Ancak o belki bir başka yazı konusu olabilir. Bu arada yeri gelmişken hemen söyleyeyim: Sık fırsat bulmam mümkün değil ama, dili katledenleri ismen olmasa bile cismen teşhir etmeye kararlıyım. Ancak asıl sorun, bu rezaletin sorumlularının utanıp utanmamasında. Pek oralı değiller ki, aşağıdaki cümleler önde gelen gazetelerimizin sayfalarında yer almaya devam ediyor.Birincisi ‘‘Bakanı Yumurtaladılar’’ başlıklı bir haber. Türkçede ‘‘yumurtlamak’’ diye bir fiil biliyorum ama ‘‘yumurtalamak’’ biçimini ilk defa duydum. Anadolu Ajansı mahreçli haberin metni ise aynen şöyle: ‘‘İsveç'in başkenti Stockholm'de düzenlenen UNESCO toplantısında, İran Kültür Bakanı Ataullah Mohacerani, bir İranlı rejim taraftarının ‘yumurtalı' saldırıya uğradı. Konuşmaya hazırlanan ilk yumurtalı saldırıyı kazasız atlatırken, ikinci yumurtanın yüzünde patlamasına engel olamadı. Yakaladığı saldırgan salondan ‘Bunlar ailemi ve kardeşimi öldürdü' diyerek çıkartıldı.’’Biraz iz'an sahibi birisi haberi dikkatli okuduğunda saldırganın İranlı rejim taraftarı değil, aksine rejim karşıtı olduğunu, Ataullah Mohacerani'nin İranlı rejim karşıtının ‘‘yumurtalı’’ saldırıya değil, ‘‘yumurtalı saldırısına’’ uğradığını çıkarsamakta. Müteakip cümlede özne var gibi görünüyorsa da, iyi bir üslup sahibinin orada ‘‘Konuşmaya hazırlanan’’ sözüyle yetinmeyip buna bir de ‘‘İran Kültür Bakanı’’ veya en azından buna işaret etmek üzere sadece ‘‘Bakan’’ sözcüğünü de eklemesi gerekirdi. Son cümledeki ‘‘Yakaladığı saldırgan’’ deyişi, saldırganı bizzat konuşmacı bakanın yakaladığı izlenimini veriyor. Ben de buna hiç ihtimal vermiyorum. Doğrusu, muhtemelen ‘‘Yakalanan saldırgan’’dı. Ama son cümleyi böyle okusanız da durum kurtulmuyor. Devenin eğri olan tek yeri boynu değil ki!‘UTANMAZ’’ ADAMLARBütün bu düzeltmeler aslında haberi yazan muhabir tarafından yapılmalıydı. Yoksa şefi düzeltmeliydi. O da olmadı, yazıişleri müdürü müdahale etmeliydi. Tabii o gazetede bir müsahhih, yani düzeltmen yoksa!İkinci örnek ise bir nezarethane küşat töreni (!) haberi. Metnin yalnız ilk cümlesini aktarmakla yetineceğim ve hiçbir yorum yapmayacağım: ‘‘İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici, yapımı iki ay süren ve 2.5 milyar lira süren nezarethaneyi törenle açtı.’’Bu haberleri yukarıdaki biçimleriyle yazanların veya dizenlerin ve yayınlayanların birer ‘‘utanmaz adam’’ olduklarından hiç şüphe etmiyorum. Hiçbirinin Romalılar gibi bülbül dili yemedikleri apaçık ortada. Arapların ‘‘lissan al assfur’’undan da habersiz olduklarına eminim. Günümüzde mutfak repertuarında mevcut olan daha çok dana dili. Haşlaması veya fümesi marketlerde satılıyor. Ama ben onu da yediklerinden şüphe ediyorum. En iyimser ve kibar tahmin eşek dili yemiş olmaları da, merak ettiğim onu nerede buldukları.‘‘Utanmaz adam’’lar Oğuz Aral üstadımızın resmettiği kadar sempatik değil. Üstelik her zaman var olacaklarını da artık kabullenmekteyim. Ama hiç olmazsa gazetelerimizin yöneticileri arasında, ana dilimizi rezil edenlere karşı tedbir alacak, Türkçenin bahtı kara maderini kurtaracak bir ehli vatan yok mudur?
Yazarın Tüm Yazıları