İki parmak viski

Bir gün gazeteciler Frank Sinatra'ya Tanrı'ya inanıp inanmadığını sormuş. Bir Jack Daniel's müptelası olan ünlü şarkıcı şöyle cevap vermiş:

‘‘İnsanı gece yatağa yattığında huzura kavuşturan her şeye inanırım. Bu ister bir dua, ister bir sakinleştirici ilaç, isterse bir şişe Jack Daniel's olsun!’’

Amerikan Tennessee (Tenesi) viskilerinin belki de en ünlüsü Jack Daniel's geçtiğimiz hafta içinde İstanbul'da bir gövde gösterisi yaptı. Başharmancı Jimmy Bedford bizimle birlikte oldu.

Ender talihlilerden birisi olarak Jimmy Bedford ile Tennessee'deki damıtımevinde uzun -ve bitmesini hiç istemediğim- bir gün geçirmiştik. Başharmancı sıfatıyla müthiş bir iş yükü olmasına rağmen çok uzun sayılacak bir zamanı birkaç içki yazarından oluşan grubumuza ayırdı. Önce damıtımevini gezdirip üretimi en ince ayrıntılarına kadar gösterdi. Ardından da birlikte iki değişik Tennessee viskileri tadımı yaptık. O güzel günleri unutmak mümkün değil. Bütün bu gün içinde tanıdığım adam sanki bu işleri yapan kendisi değilmiş gibi inanılmaz bir tevazu içindeydi. Herkese karşı son derece yakın ve nazik, buna karşılık kendisini hiç mi hiç ön plana çıkartmayan birisi. Oysa aksine davransa onu göklere çıkartabilecek bir gazeteci grubuyla birlikteydi. Böyle bir şeye asla tevessül etmedi. Alçakgönüllülüğünü hep korudu. Bu davranış biçimi, beni daha çok etkiledi. Tevazu büyük adamlara çok yakışıyor!

Mr. Bedford daha sonraki yıllarda bir kez daha İstanbul'a gelince dostlarımla kendisini Swissotel'de buluşturmuştum. Yine viskiyle dolu çok güzel bir akşam geçirildi. Maalesef bu yıl Gusto dergisinin öncülüğünü ve müşterek ev sahipliğini yaptığı Etiler Şamdan'daki davet Galatasaray'ın talihsiz Brugge maçına rastladı. Davete elbette yine katılıp Mr. Bedford'la selamlaştım, ama geceyi maç kararttı. Artık 'karartma' deyimini yorumlamayı size bırakıyorum...

SERT VE YUMUŞAK

Bu köşedeki yazılarda sık tekrarladığım bir 'leitmotive' var: Yiyecek-içecek dünyası çeşitlilik içermelidir. Yargı viski için de geçerli. Tennessee viskileri de bu açıdan önemli. Özellikleri yapımlarında bölgede çok bulunan akçaağaçlardan elde edilen odun kömürü ile filtre edilmeleri. Böylece ortaya içimi son derece yumuşak bir içki çıkıyor.

Elbette yumuşaklık sadece bu akçaağaç kömürü filtresine bağlanamaz. Her viskide geçerli olan -hatta bunu, her damıtık içkide diye düzeltebiliriz- fıçıda dinlendirme de yumuşaklık açısından önemli. Nitekim Jack Daniel's viskilerinin sadece yapım bölgesinde bulunan yeşil etiketli ürünleri, aynı filtrasyona tabi tutulmakla birlikte, siyah etiketli 'Old No. 7'ye göre bayağı sert. Ama unutmayın: Uzun fıçı tretmanı stok, stok da para demek. Ucuzluğuna karşılık ben yeşil etiketli viskiyi de ilginç bulmuştum.

Madem söz çeşitlilikten açıldı, size aynı damıtımevinin bir başka ürününden de bahsetmek isterim. Bunlardan birisi 1988 yılından beri piyasa verilen Gentleman Jack. Burada siyah etiketli 'Old No. 7'den farklı olarak daha düşük alkollü viski ikinci kez aynı filtrasyondan geçirilmekte. Böylece ortaya çok daha yumuşak, kolay içimli ve yuvarlak bir ürün çıkmakta.

BİR GÜNLÜK VİSKİ

Bence göz çıkartıcı düzeyde farklılık ise, Lem Motlow's adını taşıyan Jack Daniel's damıtımevi ürününde görülüyor. Viskiye adını veren kişi, Jack Daniel'in mirasçısı olan yeğeni. Bu viskinin en önemli özelliği ise, hammaddenin yüzde 80 mısır, yüzde 12 çavdar ve yüzde 8 arpadan oluşması. Ne yazık ki, bu viski de sadece bölgesel olarak bulunabiliyor.

Özellikle Amerika'daki gümrüksüz mağazalara uğrama şansı olanlara, Jack Daniel's firmasına ait 'bir günlük' diye anılan 'One-Day-Old Whiskey'i arayıp bulmalarını öneririm. Son derece yüksek alkollü ve tabii çok sert olan bu dinlendirilmemiş viski damaklarında yakıcı tadıyla uzun süre kalacaktır.

Bir de son not... Bu kadar özelliği olan bir viski nasıl kabuğunu kırıp bütün dünyaya yayılmış? Damıtımevinin kuruluşu 1866 yılına kadar geri gidiyor. Oysa tanınmışlık ancak 1940'lardan sonra gündeme gelebilmiş. Onun da ilginç bir öyküsü var. Bir gün gazeteciler Frank Sinatra'ya Tanrı'ya inanıp inanmadığını sormuş. Bir Jack Daniel's müptelası olan ünlü şarkıcı şöyle cevap vermiş: ‘‘İnsanı gece yatağa yattığında huzura kavuşturan her şeye inanırım. Bu ister bir dua, ister bir sakinleştirici ilaç, isterse bir şişe Jack Daniel's olsun!’’

Viski dünyasında gezintiye gelecek hafta olağandışı bir tadımın notlarıyla devam edeceğiz...

Her şey dahil sistemi beş kuruş

Bıkıp usanmadan gündeme taşıdığım konulardan biri de turizm alanındaki çarpık uygulamalarımız. Bunların başında 'her şey dahil' uygulaması geliyor. Konuyu sürekli gündeme taşıyan aslında bu sistemi utanmazca savunan uygulamacılar. Bunlardan birinin 'bu işin mucidi benim' diye övünmesine çıldırıp bir yazı yazmıştım. Yirmi yıllık köşe yazarlığı hayatımda en fazla okuyucu tepkisini bu yazıya aldım. Okurlar, ısrarla, bu tesisin adını vermemi istediler.

On gün kadar önce ise, bir başka yurtdışı kökenli acenta yetkilisi, 'Türkiye'ye müthiş paralar kazandırıyoruz' diyerek yaptıkları bu saçmalıktan kendisine pay çıkartmaya kalktı.

Ben de karşı fikrimi söyleyeyim: Bunlar Türkiye'nin olağanüstü güzel kıyılarını, pırıl pırıl denizini, eşsiz doğa güzelliklerini ve başka yerde birarada bulunması düşünülemeyecek tarihi zenginliğini üç kuruşa Batı'nın yoksul kesimine pazarlıyorlar. Hepimize ait olan bu kamu mülkiyetinden -dikkat edin Türkiye'yi değil- kendilerini inanılmaz biçimde zengin ediyorlar. Bir de yaptıklarından utanacaklarına, saf ve bakir Anadolu çocuklarını 'biz bu ülkeye hizmet ediyoruz' diye kandırmaya kalkışıyorlar.

Anadolu Ajansı'nın bir haberi onları tekzip ediyor. Fransa'ya 2002 sezonunda 76.5 milyon turist gitmiş. Bunların toplam harcamaları 34 milyar euro. Türkiye'ye gelen turist ise 10 milyon ve toplam harcamaları da 13-14 milyar euro olarak tahmin edilmekte...

Bir hafta önce Milliyet'te sözünü sakınmayan üstadımız Güngör Uras, iktisat diliyle bunları bir güzel rezil etti. Aynen ondan aktarıyorum: 'Devletin teşviki ve desteği ile çok sayıda işadamı turizm alanında yatırım yaptı. Özellikle Antalya bölgesinde kıyılar gerçek anlamda beş yıldızlı otellerle doldu. Ama bu otellerde bugün yabancılar 'her şey dahil', beş paraya kalıyor.'

Güngör Uras yazısının ilerleyen kısmında rakamlarla konuşarak bu turizmin defterini, 'Toplam turizm gelirine bakarak aldanıyoruz. Halbuki toplam turizm geliri arttıkça daha fazla zarar ediyoruz.' diye dürüyor. Ancak bir son cümlesi var ki katılmıyorum. 'Yoksullaştırıcı turizm sorununa kimse ilgi duymuyor' demiş Güngör Bey. Hayır üstadım, aksine mesela ben çok ilgi duyuyorum ve gereğini de yerine getirmek için elimden geleni ardıma koymuyorum.
Yazarın Tüm Yazıları