Geçen hafta taşındım. Aslında keşke her şey bu üç kelimelik cümledeki kadar basit olsaydı! Ne gezer... Atalarımız ‘‘geç olsun, ama güç olmasın’’ demiş. Benimki hem geç oldu, hem de güç. Allah şahit ki, bunaltıcı şu yaz günlerinden birinin yirmi dört saatlik dilimi içinde nakliyeciler evdeki eşyayı sarıp sarmalayıp bir evden ötekine taşıdı. Aslında bunun gerçek anlamı, eşyanın bir yığın halinde bir yerden diğerine nakli. Yığını çözmek ise en zor bulmacayı çözmekten daha güç. Kütüphanelerden taşan kitaplarım, dosyalarım, notlarım karmakarışık bir halde hala kolilerin içinde hapis.Taşınmanın ertesi günü ortalığı düzene koyma çabam ise tamamen başarısız oldu. Sanki kitap kolisi değil Pandora'nın kutusunu açmaktayım. Kolileri açmakla kapatmam bu yüzden neredeyse eş zamanlı oldu. Böylece yıllardır kitaplarımı bir çeşit hücre hapsine zorladığım ortaya çıktı. Kitaplıklarda ikili, üçlü sıralar oluştuğunu farkettim. Yeni kütüphaneler ısmarladım. Tabii yerin elverdiği ölçüde. Hatta bir ara kendime ayrı bir çalışma mekanı tutma fikrine kapıldım. Kimbilir, belki doğrusu da bu. Ancak böylesine bir girişim apayrı bir örgütlenme işi. Kendimde böyle bir cesareti bulmam için önce bunaltıcı yaz sıcaklarının geçmesi gerekli. Ardından yeni bir taşınmaya maddeten ve manen hazırlanmam lazım. İnanın işin maddi yanını hiç düşünmüyorum. Sorun ruhen böyle bir girişime hazır olabilmek.Öte yandan ruhlar ve iyi saatte olsunların bir işe dahil olmaları durumu büsbütün karmaşık bir hale getirmekte. Akılcı, çağdaş bir eğitim almış kişi sıfatıyla bu tür açıklamaları her ne kadar kendime yediremiyorsam da olup biteni akıl ve mantıkla açıklamakta yetersiz kalınca elimden başka bir şey gelmiyor.Mesela taşınmadan önce evin hemen her işi tamam görünmekteydi. Hani neredeyse ‘‘Eve gir, yaşamaya başla’’ diye düşünüyordum. Ne gezer! Unuttuğum bir yörük deyişi. Yörükler ‘‘göç yolda düzelir’’ derler. Fazla hesap kitap bize zaten gelmez. Kararı verdin mi, hemen işe girişeceksin. Devir hız devri. Plan program konusundaki yaklaşımımızı şimdi zirvede oturan bir siyasi büyüğümüz bir zamanlar ‘‘bize plan değil, pilav lazım’’ diyerek veciz bir biçimde dile getirmişti.SABAH İŞKENCESİBenim taşınmam da aynen yukarıdaki ilkeler ve görüşler çerçevesinde oluştu. Taşınmanın ilk aşamasında muhtelif elektrik düğmelerinin varlığını açıklama güçlüğü ile karşı karşıya kaldım. Düğmelerin yarıdan fazlası hiç bir yere kumanda etmiyor. Karıma, ‘‘öyleyse bu düğmeler niye yapıldı?’’ diye soruyorum. O da haklı olarak ‘‘Bulursan mimara sor’’ cevabını yapıştırıyor. İşin doğrusu böyle bir durum bana çok yabancı sayılmaz. Sondan bir önceki taşınmamız sırasında yine elektrik düğmeleri yüzünden karımla sıkı bir kavga yaşamıştık. Ben evin girişini düzenlemeye çalışırken karım da yatak odasını yerleştiriyordu. Her ikisi arasında beş - altı metrelik bir koridor mevcut. Antredeki elektriği yakmak için düğmeye basıyorum ‘‘çıt’’ yok. Daha doğrusu düğme ‘‘çıt’’ ediyor ama ampulden ışık gelmiyor. Herhalde iyi basmadım diye tekrar tekrar düğmeyi açıp kapatıyorum. Birden yatak odasından kızgın bir ses işitiyorum. ‘‘Işığı boyuna niye yakıp söndürüyorsun’’ diye bağırıyor karım. Kızgınlığından çok sesini bana duyurabilmek için bağırmakta. Sonradan anladık ki antrenin düğmesi yatak odasına, banyonun düğmesi mutfağa, salonunki de antreye kumanda etmekte imiş. Pratik bir çözüm doğrusu! Yeni evde de durum bundan çok farklı değildi. Deneyimim sayesinde fazla şaşırmadım.Ama yine de elektrikçiden söz etmişken yeni evdeki sabah işkencemi anlatmadan geçmeyeyim. Elektrikli ısıtcı ilk dakikada kaynar su verip sonra birden buzlu su konumuna geçmekte. Böyle bir bağlantıyı nasıl başardığını sorduğumda elektrikçi garip bakmaya başladı. Ben de tabii ısrardan hemen vazgeçtim.Hadi bunlar kooperatif işi evlerin cilveleri diyelim. Dersini almış bir vatandaş olarak bu kez evi bir mimara verdim. Böyle dertler olmasın dedim. Tesisatı, elektriği kendim yaptırmaya kalktım. Tesisat için gelen usta muslukları bir güzel bağladı. Bulaşık makinesini yerine koyan adamın ‘‘hortumu öylesine yerleştirdim mutlaka kelepçeletin’’ sözünü hatırlattığımda ise ‘‘taş gibi olmuş, başka birşey yapılması gereksiz’’ teminatını verdi. Allah var ya, bütün gün kan ter içinde çalıştı. Adamla pazarlık ettiğime utandım. İstediğinden fazlasını vermeyi bile düşündüm.NEDEN İSİLİK OLDUMErtesi sabah yorgunluktan uyuyakalmışım. Karım gayrete gelip ortalığı düzene koyabilmek için erken kalkıp elini yüzünü yıkamış ve bulaşığa girişmiş. Bir feryatla o da beni uyandırdı. Allah'tan kendisi opera sanatçısı da feryatları kulağa müzikal geliyor. Üstelik yerden göğe haklı. Banyodaki çeşmenin altı küçük bir göl. Bulaşık makinesinin altında ise sanki Niyagara Şelalesi var. Bütün dolaplara su yürümüş. O hırsla inşaatın kalfasını bulup tesisatçıyı mevcutlu olarak getirttim. Rezaleti gösterdim. Adam saf ve temiz bir yüz ifadesi ile boynunu büküp ‘‘çeşmeleri bağlarken conta koymayı unutmuşum’’ dedi. Bulaşık makinesini mutfağı kuran şirketin tesisatçısı gelip bağladı. Çeşmeyi ise eski tesisatçı kendince düzeltti. Contaları gözümün önünde taktı. Bir sonraki gün bulaşık makinesi kazasız belasız çalıştı. Çeşmelerdeki sızıntı ise günde yarım kovaya düştü. Şimdi yeni bir tesisatçı aramaktayım.Mutfağın yapılması işini ise çok daha sıkı tuttum. Başım ağrımasın diye çok tanınan ve bilinen bir hazır mutfak firmasına sipariş verdim. Zaten ev mutfağı dediğiniz belli standart modüllerin fazla zeka, beceri ve en önemlisi yaratıcılık gerektirmeden biraraya getirilmesi. Uzun bir hikayeyi kısa kesmek için hemen sonuca atlayayım. Evin mutfağı ciddi ve tanınmış firmanın yetkili mimarının söz verdiğinden yirmi gün sonra geldi. Takma süresi uzadıkça uzadı. Parçalar eksik ve hatalı çıktı. Ertesi hafta başı bir parçayı daha getirip taktılar. Bir sonraki haftaya kalan parçaları getirip takacaklarını söylediler. İşi imalat süresinin neredeyse iki katı bir zaman dilimi içinde üç aşamada bitirecekleri umudu ile yaşamaya devam ediyorum.Bu arada ustalıkları şüpheli ve şaibeli birtakım perişan kılıklı adamları sabah akşam evin içinde dolaşır görmekten bıktım. Sinirlerim iyice bozuldu. ‘‘Sucuklu Yumurta’’ yazımdaki yakınmalarıma üzülüp beni akşam yemeğine davet eden arkadaşımın yetirdiği bol sucuklu yumurta bile sinirimi geçirmedi. Ertesi sabah her tarafım isilik oldu. Karım ısrarla bunu yediğim sucuklu yumurtaya bağlıyor. Ben aynı fikirde değilim. Yumurtanın rolünü büsbütün inkar etmiyorum ama bence isilik olmamın asıl sebebi bitmeyen taşınma öykümüz. Kitaplarıma, dosyalarıma ve notlarıma ulaşamadığımdan bu hafta keyifli bir yemek yazısı yazamadım. Bunun için açıkça özür diliyorum. Derdimi çekenler bilir...