Paylaş
BİLEMEM bunu daha önce söylemiş miydim? Önceki pazar İstanbul’u kısa bir süre için terk ettim. Bir bağcılık ve şarapçılık semineri için Katalunya’ya gittim. Barselona yakınlarında bir kasabada, Vilafranca’da Torres şirketinin düzenlediği uluslararası bir seminere katıldım. Seminer sonrasında bir 'cava', yani İspanyol köpüklü şarabı yapımcısının konuğu oldum. Ardından da üşenmeyip beş yüz elli kilometre uzaktaki Rioja’ya kadar iki günlük bir kısa yolculuk yapıp oranın şaraplarını tattım.
İşin şarap ve şarapçılıkla ilgili yanlarını Hürriyet-Pazar’da ayrıntılı biçimde anlatacağım. Bu açıklamayı yapmamın asıl nedeni, Barselona ile ilgili bazı söyleyeceklerim olması.
Kente İlişkin Notlar
Ayrıntılara girmeden birkaç küçük notu aktarayım.
Barselona bizim için bir İspanyol kenti olsa da kentin yerlileri için durum farklı. Onlar İspanyol değil, Katalan olduklarını söylüyor. Burası da resmen özerk Katalan bölgesinin başkenti. Yaklaşık 7 milyonluk bir nüfusu olan Katalanların yarıya yakını bu kentte, Barselona’da yaşıyor.
Bu arada Katalanların kendi iddiaları farklı bir kökenden geldikleri yolunda. Dillerinin farklı oluşunu da bir başka delil olarak öne sürüyorlar.
Gerçekten bu fark bazen çok çarpıcı oluyor. Otobanlarda çıkış levhalarının üzerinde Katalanca 'sortida' yazıyor. Altta ise İspanyolca 'salida' sözcüğü var. İspanyollar bir şey istediklerinde sözü 'lütfen' anlamında 'por favor' diye bitiriyorlar, Katalanlar ise aynı anlamda 'siu su pleda' demekte. Katalanların futbol takımı Barcelona, İspanyollarınki ise Real Madrid!
Bence asıl fark ise sanatta. Katalunyalı iki büyük sanatçı, mimar Gaudi ve ressam Joan Miro kente adeta mühürlerini vurmuşlar. Katalanlar yalnız onlarla değil, ömrünün büyük bir kısmını burada geçirmiş olan Picasso ile de gurur duyuyor. Bir de operaları Lyceu ve ünlü şancıları Jose Carreras ve Montserrat Caballe ile de haklı olarak övünüyorlar.
Akdeniz Kentleri
Şimdi de ilginç bulduğum bir başka özellikten söz etmek istiyorum.
Barselona tipik bir Akdeniz kenti. Aslında İstanbul’la aynı enlemde. Havası, suyu, iklimi tıpkı İstanbul desem yeri var. Asıl fark, bu kentin Akdeniz’e kıyısı olması. Bunda ne var? İstanbul’da bir deniz kıyısı kenti değil mi? Evet öyle. Ama biz Akdeniz’i onlar kadar içselleştirmiş değiliz.
Akdeniz’in dilleri, dinleri, etnik kökenleri aşan bir havası, kendine özgü hayat biçimi olduğunu İstanbul’da o kadar hissetmiyoruz. Ama bizim ülkemizde de, Ege’de veya Akdeniz kıyılarında karşılaşılan benzerlikler gerçekten çok çarpıcı. Bu benzerlikler oralarda göze çarpmak ne kelime adeta insanın gözünün içine batıyor!
Yerel ayrılıklar hiç yok mu denirse, var elbette. Ama bunlar daha geniş, daha kucaklayıcı bir bütünlük içinde adeta kaybolup gidiyor. Gölgeler Akdeniz’in parlak güneşi altında hızla silikleşiyor.
Siesta
Benzerlik ve farklılakların keşfini zaman zaman size bırakıp bazı Barselona geleneklerinden söz edeyim.
Mesela Barselona’da hayat sabahın nisbeten geç saatlerinde başlıyor. Öğleyin iki dedi mi de hayat birden yavaşlıyor, birçokları için duruyor. Dükkanlar kapanıyor. İnsanlar sokaklardan el etek çekmeye başlıyor. Evlerine gidemeyenler lokantaları dolduruyor. Pek de pahalı ve ihtişamlı olmayan mütevazı, ama mutlaka çok uzun öğle yemekleri yeniyor. Eve gidenler ise yemekle dinlenmeyi birleştiriyorlarmış. Eve davetli olmadığım için işin bu kısmını 'mişli' 'mışlı' anlatıyorum. Katalanlar buna 'siesta' diyorlar. Gelenek yalnız onlara değil, İspanyollara da ait. Nitekim bambaşka bir bölge olan Rioja’da da benzer şeyler anlattılar.
Bütün bunlar bana bir Ege kasabasında yazın öğleden sonra evin büyüklerinin bizi zorla yatağa sokmasını hatırlattı. Uyumasak bile, 'yumun gözünüzü, dinlenin biraz' nasihatleri hiç eksik olmazdı.
Gece Hayatı
Birkaç akşamı küçük bir kasaba olan Vilafranca yerine Barselona’da geçirdim.
Gündüz bazen saat beşe kadar kapalı olan dükkanların o saatlerde tekrar açılıp gece sekize kadar hizmeti sürdürmeleri garibime gitmedi desem yalan olur.
Saat sekizde dükkanlar kapanınca yollar daha da kalabalık oluyor. Herkes sokakta. Hatta yürümeyecek durumdaki özürlü olanlar bile dostlarının, arkadaşlarının, akrabalarının yardımıyla yollara dökülmekte.
Saat dokuzdan itibaren ise müthiş bir akşam yemeği başlıyor. Buradaki 'müthiş' sıfatı yanıltıcı olsun istemem. Çünkü en çok yenen şey 'tapas' dedikleri küçük ekmek dilimleri üzerinde üç kuruş paraya sundukları bir tür açık sandviçler. Hepsi de bizim mezelere o kadar çok benziyor ki, şaşırmamak elde değil.
Haksızlık etmemek için Katalanların harika balık ve deniz ürünleri yemekleri olduğunu da hemen ekleyeyim. Ancak bu yiyecekler galiba biraz daha resmi veya özenli yemeklerin mönüsünde yer almakta.
Her türlü yemeğe eşlik eden şey ise bölgenin müthiş güzel şarapları.
Güzel olmak ise burada pahalı anlamına gelmiyor. Şaraplar da tapalar gibi ucuz. Elbette çok üst düzey ve pahalı şaraplar da mevcut. Yalnız yerel tüketimin küçük bir kısmı bu nefis ve pahalı şaraplardan oluşmakta.
Ucuz diyip durmama bakmayın. Altı yedi çeşit tapas ve yarım şişe şaraptan oluşan bir akşam yemeği ortalama beş milyon lirayı bulmuyor bile. Hatta bir milyon liraya daha kıyarsanız, yemeğin sonunda harika bir Küba purosu tüttürmeniz bile mümkün. Artık bütün bunların ucuz olup olmadığına siz karar verin.
Yemekler ise genellikle gece yarısına kadar uzamakta. Birçok lokantada geceyarısı daha sofraya yeni oturmuş insanlara rastlamak burada hiç de yadırganmıyor.
Şehrin merkezinde ise bandolar, rock ve caz grupları, kilise köşelerinde arya söyleyenler gırla. Geceyarısını iki saat geçtikten sonra dahi çılgınca eğlenen bir kentte yaşamak ne kadar güzeldi!
Barselona ile ilgili anılarımı birkaç gün daha küçük parçalara bölüp sizlere aktarmaya devam edeceğim. Umarım sıkılmazsınız...
Paylaş