Paylaş
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından davet haberini aldığımda Almanya’da Leipzig kentindeydim. Lufthansa’nın incelikli düşüncesi sayesinde bu kentteki bir sanat festivalini izliyordum.
Leipzigliler, tam o günlerde büyük bir müzik ustası, Johann Sebastian Bach’ın ölümünün 250. Yıldönümü dolayısıyla bu büyük besteciyi anmaktaydılar. Almanya’nın ve dünyanın dört bir yanından binlerce Bach dostu bu muhteşem müzik festivalini izlemek için beş yüz bin kişilik bu kentte buluşmuştu. Biz de, birkaç Türk gazetecesi, kültürün değerini takdir eden bir Alman şirketi olan Lufthansa ve Leipzig Turizm Ofisi’nin olağanüstü güzellikteki organizasyonu ile bu insanlık şölenine tanık olduk.
Sanata sahip çıkmak
Arada mükemmel çalışan bir havayolu köprüsü bulunmasına rağmen, Leipzig’teki kültür şölenini bırakıp dönemediğimi itiraf etmeliyim. Bu yüzden İKSV başkanı sayın Şakir Eczacıbaşı’nın basın toplantısını kaçırdım.
Türkiye’ye döner dönmez bütün gazeteleri okudum. İstanbul’un bir sanat sorununun gündemin en tepesine oturması hoşuma gitmedi desem yalan olur. Neredeyse bütün gazetelerde başyazarlar, son yazarlar, akla ne kadar eli kalem tutan insan gelirse hemen hepsi bu konuya değinmiş. Çok da iyi olmuş. Ben bundan, sanatın hiç olmazsa Türk basınında ciddiye alındığı sonucunu çıkardım.
Ortada iyi bir yazı konusu olduğu da muhakkak. Bir tarafta siyasi otorite var. Kültür Bakanı sayın İstemihan Talay ciddi suçlamalarda bulunuyor. Öte yandan İKSV, İstanbul gibi bir dünya metropolünün -deyim yerindeyse- sanatsal hamallığını yıllardır üstlenmiş ve sayısız festivali başarıyla yürütmüş bir kurum. Kurucusu merhum Nejat Eczacıbaşı çok saygın bir ad. Şimdi bu meşaleyi söndürmemeye gayret eden kişi, kardeşi sayın Şakir Eczacıbaşı da hem sanatçı kimliği, hem de organizasyondaki başarısıyla aynı saygınlığa sahip. Her ikisi de sanata daima sahip ve arka çıkmış insanlar.
İki tavır
Gazetelerde çıkan haber ve yorumlar dikkatle okunduğunda ortaya iki karşıt tavrın çıktığı görülüyor.
Bunlardan ilki, sayın Kültür Bakanına hak verenlerin görüşleri. Ege Cansen’in böyle durumların genel bir analizini yapan yazısı ilginç. Ege Bey bu işleri altındaki rant mekanizmalarını belki de en iyi bilen kişilerden birisi. Ama dikkat ettim, konuyu özele indirgememeye azami özeni göstermiş. Oktay Ekşi ve Yılmaz Karakoyunlu da bakandan yana tavır koymuşlar.
Geriye kalan yazıların tümü, İKSV’yi destekler mahiyette.
Can Ataklı’nın Şişli Belediye Başkanı sayın Mustafa Sarıgül ile röportajı da bir o kadar dikkat çekici. Sarıgül yasal süreci başlatıp inşaatı durdurmuş olmasına rağmen, bu tavrını savunur bir havada görünmüyor. Bir biçimde sorunun çözümleneceğini söylüyor.
Asıl sorun
Bu tartışma daha çok su kaldırır. Hele önümüzdeki güz başında TBMM’nin açılması ve bütçenin gündeme gelmesiyle herhalde yeniden büyük çapta tartışılacak. Ben şimdiden ayrı bir dosya haline getirmeye başladım.
Bu arada taraflarla görüşüp kendi görüşümü de elbette bu köşede dile getireceğim.
Ayrıca okurlarıma da bu köşenin açık olduğunu bir kere daha belirteyim.
Ancak...
Tartışmalar asla asıl sorunu perdelemesin. İstanbul’un mutlaka anlatılan büyüklükte ve -ne yalan söyleyeyim- ihtişamda bir sanat merkezine ihtiyacı var. Bu, İstanbul’un kent kimliğinin eksik olan bir parçası. Böyle bir merkez olmadan İstanbul’un çağdaş resmi tamamlanamıyor, eksik kalıyor.
Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi (AKM) artık bir opera, bale, tiyatro ve konser salonu olarak yetersiz. AKM kaldıramayacağı bir yükün altında ezilmekte. Bunun dışında da sanat alanlarımız yok denecek kadar az zaten.
Bir de küçük not: İstanbul’da sanat etkinlikleri tek başına ne bir vakfa, ne yerel otoritelere -açıkcası belediyelere-, ne de devlete bırakılamayacak kadar ciddi bir çabayı gerektiriyor. Eğer bunu kafalarımıza iyice kazıyarak işe başlarsak, sorunları daha kolay çözebilirmişiz gibi geliyor bana.
Paylaş