BUGÜNE kadar değinmek fırsatını bulamadım. İçimde kalmasın diye bugün yazıyorum.
Gazeteci Çiğdem Anad’ın Ertuğrul Özkök’e "İktidar bastırırsa, Bekir Coşkun’u feda eder misiniz?" diye bir soru sormasını müthiş yadırgadım.
Bana göre bir gazetecinin Türkiye’nin en büyük gazetesinin yöneticisine böyle bir soru sorma ihtiyacını duyması, içinde bulunduğumuz durumun ne kadar vahim olduğunu gösterir.
Demek ki, bugün AKP iktidarı tarafından basına uygulanan yoğun baskıyı, medya çalışanları bile olağan karşılar hale getirilmişler.
Demek ki, iktidarın saldığı korku basın çalışanlarını da sindirmiş.
Oysa bir demokratik hukuk devletinde bir gazeteci böyle bir soru sormayı düşünmez.
Ama sorması veya sorma durumunda kalması bence hepimizi düşündürmelidir.
* * *
AKP iktidarının basına uyguladığı saldırı ve baskı yalnız içerde değil, dışarda da tepkiler çekti.
Önce Avrupa Birliği’nden geç de olsa bazı sesler yükseldi.
Ardından ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yıllık Türkiye İnsan Hakları Raporu geldi.
Raporda AKP iktidarının basın özgürlüğünü ciddi şekilde kısıtladığına işaret edildi.
Hem de Başbakan Erdoğan’ın adı verilerek bu tepki metne girdi.
AB özellikle de Başbakan’ın kendisi ve partisi hakkındaki yolsuzluk iddialarını yazan basına kızdığını, ağır eleştiriler yönelttiğini ve çeşitli baskı yöntemleri uyguladığı vurguluyor.
Bu rapor Başbakan’ı çok kızdırdı.
Hillary Clinton’a sitemini dile getireceği söylendi ama bu gerçekleşti mi bilmiyoruz.
Çünkü Başbakan’ın her görüşmesinde olduğu gibi bu görüşmesiyle ilgili bir açıklama da yapılmadı.
Bu nedenle her zamanki gibi içerde ne konuşulduğunu Türk halkı öğrenemedi.
* * *
Ünlü Fransız tarih yazarı Jacques Julliard Le Nouvel Observateur Dergisi’ndeki yazısında AKP iktidarının basına yönelik baskılarını dile getirdi ve eleştirilerde bulundu.
Julliard’ın çarpıcı değerlendirmesi şöyle:
"Parlamento, seçimler ve siyasi partiler, Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’nde de vardı.Ancak demokrasinin olmazsa olmaz kriteri basın özgürlüğüdür."
Sonra da şu saptamayı yaptı:
"Türkiye’de basını boğazlamak gibi 3’üncü Napolyon’a özgü yöntemlere rastlıyoruz."
Julliard yazısını "Müslüman ama laik bir Türkiye’ye evet, ama İslamcı bir Türkiye’ye hayır" diye bitiriyor.
Şimdi kısaca 3. Napolyon kimdir ve ne yapmıştır ona kısaca değinelim.
3’üncü Napolyon olarak tarihe geçen Louis Napoleon ünlü Napoleon Bonaparte’ın yeğenidir.
1848 yılında Fransa’nın ilk cumhuriyet idaresinin başına geçti.
Birinci Cumhuriyet’in ilk devlet başkanı seçilen Louis Napoleon başarısızlıklarını örtmek için muhalefete ve basına baskı uygulamaya başladı.
Koyduğu koyu sansür ile basını susturdu. O artık bir diktatördü.
Başta ona büyük destek veren Fransız aydınları ona karşı çıktılar, sonra da Fransa’yı terk etmek zorunda kaldılar ve gönüllü olarak sürgüne gittiler.
Bugün Türkiye’deki ortamı gören Avrupalı bir yazarın kafasında kendi ülkesindeki 161 yıl önce yaşanan antidemokratik manzaralar canlanıyorsa durum iyi değil demektir.