TÜRKİYE garip bir ülke. Bir yanda "kara çarşaf"a övgüler düzüp baş tacı edenler, bir yanda Verdi’nin ölümsüz operasını yeniden yaratanlar...
Ben ölümle noktalanan ama yazarını ölümsüzler arasına sokan hazin bir aşk öyküsü olan La Traviata’yı yaratanları yazmak istiyorum.
Verdi, ünlü Fransız yazar Alexandre Dumas’nın oğlu Alexandre Dumas Fils’in "Kamelyalı Kadın" romanını okuyunca çok etkilenmiş.
Daha sonra romanın oyunlaştırılmış halini Paris’te izleyince bu ölümsüz yapıtı bestelemeye karar vermiş.
La Traviata (Yoldan Çıkmış Kadın) adını verdiği operasını o kadar güzel bestelemiş ki Alexandre Dumas Fils yapıtı izleyince "Sen bu eşsiz aşkı benden çok daha iyi anlatmışsın" demiş.
"Kamelyalı Kadın" aslında yazarın kendi yaşadığı aşk öyküsü.
* * *
Alexandre Dumas Fils çok yakışıklı ama o dönemde pek ünlü olmayan bir yazardır. Kader bir gün onu Paris’te bir eğlencede Marie Duplesis ile karşılaştırmış.
Genç yazar, Marie’yi görür görmez áşık olmuş. Paris’in bütün zengin çapkınlarının çevresinde pervane oldukları Marie ise onu pek fark etmemiş.
En varlıklı erkekler bu genç, olağanüstü güzel, zarif ve alımlı kadını elde edebilmek için servetlerini onun ayakları altına seriyorlarmış.
Taşrada doğan ve sarhoş bir babanın elinde büyüyen bu güzel kız, 18 yaşında geldiği Paris’i kısa zamanda fethetmiş.
Ancak Marie kendisine karşı büyük bir aşkla bağlanan genç Alexandre’a karşı koyamamış. İki genç çılgınca bir aşk yaşamaya başlamışlar.
Ancak Marie’nin yoksulluk içinde geçen çocukluk ve genç kızlık yılları onu sağlıksız bir insan haline getirmiş. Paris’in hızlı yaşamı ise bunu daha da tetiklemiş.
Marie’nin sağlığı yaşadığı büyük aşka rağmen giderek bozulmuş ve bu eşsiz güzellik sevgilisinin kolları arasında daha 23 yaşındayken solup gitmiş.
Roman yayınlandıktan sonra ünlü yazar Alexandre Dumas oğluna "Ben bir sürü kitap yazdıktan sonra ölümsüzler arasına katılabildim.Ama sen bunu ilk kitabınla başardın" demiş.
* * *
Şimdi gelelim La Traviata’ya...
Yekta Kara ışıltılı kariyerine bir başarı sayfası daha eklemiş. Verdi’nin nefis müziğini o kadar ustaca kullanmış, sahneye öyle bir hareket getirmiş ki, seyirci operayı büyülenmiş gibi izliyor.
Kara’nın titiz yönetimi oyuncuların ve koronun performansını çok olumlu etkilemiş.
Paris erkeklerinin başını döndüren eşsiz güzel Violetta’yı canlandıran Soprano Otilia M. İpek oyunun bütün yükünü o eşsiz sesiyle ve oyun gücüyle başarıyla taşıyor.
Özellikle sesinin tınısı ve rengi duygusallığı zirveye çıkarıyor.
Genç áşık Alfredo’yu oynayan Tenor Bülent Külekçi, rolüne ses ve oyunculuk olarak tam oturmuş. Keşke Külekçi’yi makyajla biraz gençleştirselerdi.
Alfredo’nun babası Giorgio’yu canlandıran Bariton Önay Günay ise çok genç kalmış.
Flora’da Pınar Ünker ve öteki oyuncular ellerinden geleni yapmışlar.
La Traviata’nın sahnelendiği Süreyya Operası’nı Kadıköylülere ve İstanbullulara kazandıran Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk ile Kültür Bakanlığı eski Müsteşarı Murat Katoğlu’na opera severler adına teşekkürler...
"Kara çarşaf"ın hálá gündemde olduğu Türkiye’de yaptıkları iş o kadar anlamlı ki...