Paylaş
Derhal Washington Büyükelçimiz Namık Tan’ı Türkiye’ye çağırtmış, 12 Nisan’daki Amerika ziyaretini de askıya almıştı.
Başbakan daha sonra yaptığı hemen bütün konuşmalarda Washington yönetiminin Türkiye’ye soykırım tasarısının Temsilciler Meclisi’ne gelmeyeceğine dair söz vermesi gerektiğini söylemişti.
Ancak Amerika’nın bu konuda söz verdiğine dair bir haber gelmedi.
Geçen haftaki CHP parti grubunda konuşan Baykal ise bir kehanette bulundu:
“Göreceksiniz Başbakan Washington’dan geri çağırdığı büyükelçiyi de yanına alıp Amerika’ya gidecek. Gidince Baykal demişti dersiniz.”
Aradan üç gün geçti, Başbakan cuma namazından çıktıktan sonra çevresini saran gazetecilere aynen şöyle dedi:
“ABD’ye gideceğim. Gitmeden önce büyükelçimizi de Washington’a göndereceğim.”
Kehanet çıkmıştı.
Yalnız Baykal Başbakan’ın büyükelçiyi önceden göndereceğini bilememişti.
* * *
1993 yılında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Refah Partisi Milletvekili olarak TBMM Bütçe Plan Komisyonu’nda Adalet Bakanlığı bütçesi görüşülürken söz alıp çok önemli bir konuşma yapmıştı.
O konuşmasında yargının bağımsızlığı üzerinde durmuş ve şöyle demişti:
“Türkiye’de yargı bağımsızlığı zaman zaman zedeleniyor.”
Gül bunun nedenini Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısında gördüğünü özellikle vurgulamış, Adalet Bakanı ile müsteşarının bu kurula üye olmasının son derece yanlış olduğunu söylemiş ve HSYK’dan çıkarılmalarını istemişti.
Anayasa değişiklikleri TBMM’de kabul edilirse, ki edilecektir, 1993’te eleştirdiği durumun daha beteri önüne gelecektir.
Bakalım o zaman ne yapacak Cumhurbaşkanı?
Çünkü hülleyi hazırlamak için müsteşar yardımcılığına atanan Anayasa Mahkemesi raportörünü yedek üyeliğe atamayı içine sindiren Cumhurbaşkanı’nın yargı bağımsızlığı anlayışının yüzde yüz ters yönde değiştiği görülüyor.
Gül, bu garip atamayı soran gazetecilere daha da şaşırtıcı bir yanıt veriyor:
“Böyle bir atama yaptığım için takdir bekliyordum.”
Evet Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın devlet yönetme anlayışları böyle.
Günümüz Türkiye’sinde devlet adamlığı da, anlayışı da değişti.
Baba Tahir’i anımsatan haber
GEÇTİĞİMİZ günlerde Anadolu Ajansı’ndaki bir habere göre Sydney Üniversitesi Profesörü Simon Chapman, sigara filtrelerinde domuz kanından alınan hemoglobin maddesinin kullanıldığını iddia etmişti.
Dünya Sağlık Örgütü Türkiye Ofisi Tütün Kontrolörü Dr. Toker Ergüder de Türkiye’de satılan sigaraların domuz ürünü içerip içermediği belirleninceye kadar sigara satışlarının durdurulması gerektiğini söylemişti.
Bu haber bana, bizim meslekte çok bilinen bir olayı anımsattı.
Geçen yüzyılda yaşayan Baba Tahir adıyla bilinen bir gazeteci bir gün “Terkoz Gölü’ne bir domuz düştü” diye küçük bir haber yazıyor.
Tüm İstanbul halkı Terkoz Gölü’nün suyunu içtiği için kıyamet kopuyor.
İstanbul’a su dağıtan yabancı şirket Baba Tahir’e haberi düzeltsin diye tam 600 altın veriyor.
Baba Tahir ertesi gün gazeteye şöyle bir haber koyuyor:
“Domuz vurulmuş ama göle düşmemiş, hemen sahilde gebermiş.”
Baba Tahir iflah olmaz bir şantajcı olarak basın tarihine geçmiştir.
Kimse merak etmesin; günümüzdeki Baba Tahir’ler de tarihteki mümtaz yerlerini alacaklardır!
Paylaş