Tufan Türenç: Fazıl Say'ın şeytanı tuşa getirdiği kırk beş dakika

Tufan TÜRENÇ
Haberin Devamı

Fazıl Say'ın bir süper yetenek olduğunu piyanosunun başına oturup çalmaya başladığında anlıyorsunuz.

Bazen deniz kıyısında sevdiği kadınla huzurlu bir gezinti yapan mahcup bir áşık, bazen dik yamaçlara tırmanan bir dağcı, bazen de insanüstü hızla koşan bir atlet oluyor tuşların üzerinde dolaşırken.

Bazen bir gladyatör gibi piyanosuyla savaşıyor.

Bazen bir anne sevecenliğiyle okşuyor onu...

Ama esas onun dehasını derinliğine anlayabilmek için yazdığı kitabı okumak gerekir.(*)

Onun satırlarına dalınca beynindeki yanardağların birbiri ardına infilak ettiğini duyuyorsunuz.

Yılda ortalama 100 konser veren Fazıl Say, daha doğru dürüst konuşamadığı yıllarda kendisi için alınan oyuncak müzik aletleriyle duyduğu bütün ezleri çaldığını yazıyor.

* * *

Say 4 yaşından beri kendisine piyanoyu sevdiren hocacı Mithat Fenmen'i 12 yaşında konservatuvara girdikten birkaç ay sonra yitirir.

Bu acıyı duygu dolu satırlarla dile getirir:

‘‘Bunu aklıma hiç getirmemiştim. Hayalet gibi gezinmeye başladım. Soğuk ve yağmurlu bir günde cenazesi kaldırıldı. Cebeci Mezarlığı'na gittik. Çok üşüdüm. Yaşamım boyunca böyle üşümedim hiç.’’

Fazıl Say bu zor günlerden sonrasını şöyle anlatır:

‘‘Kámuran Gürdemir yaşamımın en önemli döneminde hocam olmuştur: On iki yaşımdan on yedi yaşıma kadar. Şöyle demeliyim: Onunla çalışmaya başladığımda bir çocuktum, konservatuvarı bitirdiğimde bir piyanisttim.

....K*amuran hoca için ders vermek, öğrencisine kendisini adamaktı. Bizi adam etmeye ant içmiş gibiydi.’’

Say bu dönemi, zor yapıtların üstesinden gelme dönemi olarak tanımlar:

‘‘Beethoven'ı kavramak için beynimin zonkladığını bilirim. Ama birkaç dakika sonra beynimde damarlar açılır, içine Beethoven sonatının koca bir bölümü akmaya başlardı.’’

* * *

1987'de konservatuvarı bitirdikten sonra burs alarak Düsseldorf'a giden Say, David Levine'nin öğrencisi olur.

Dört yıl birlikte çalışırlar. Bu dönemde David Levine'nin kendisine Mozart'ı çalarken bu müzik dehasını ‘‘hissetmekten korkmamayı’’ aşıladığını yazar.

1991 yılında Berlin'e yerleşen Say, 1995 yılına kadar bu kentte yaşar ve bu dönemi ‘‘kendimin hocası olduğum yıllar’’ diye tanımlar.

1994 Haziranı'nda Say'ın yazgısını değiştiren, onu dünya sanatçılığına yükselten olay olur.

Kendisini bir oda müziği konserinde dinleyen ve soluğu kesilen Müzik Akademi Müdürü Annerose Schmidt, Avrupa'da ilk kez o yıl düzenlenecek olan ünlü ‘‘Young Concert Artists’’ yarışmasına katılmasını önerir.

Yarışmalara inanmayan Say itiraz eder ve Bayan Annerose'un ısrarına dayanamayarak yarışmaya katılır.

Leipzig'deki yarışmada Say çalmaya başlayınca jüri üyesi olan New York Flarmoni'nin ünlü şefi Kurt Mansur elindeki kalemi düşürür.

Sonuç Avrupa'dan üç kişi New York'ta yapılacak finale katılmaya hak kazanır.

1995 Ocak ayında New York'taki finalde birinci olan Say'ın önünde sonsuz ufuklar açılır. Konser teklifleri ve ödüller birbirini kovalar.

Say müzik kariyerinde büyük sıçramaya neden olan bu yarışmadan sonra New York'a yerleşir.

Artık o konserden konsere yetişebilmek için dünyayı harmanlayan uluslararası bir sanatçıdır.

Yazgısını değiştiren, yeteneğini dünyaya göstermesine olanak sağlayan yarışmaları şöyle anlatır:

‘‘Yarışmalarda sadece kırk beş dakika piyano çalmıştım. Ama güvençle çaldığım bir kırk beş dakika...

Şeytanı tuşa getirdiğim bir kırk beş dakika.’’

ªFazıl Say/ Uçak Notları/ Müzik Ansiklopedisi Yayınları.

Yazarın Tüm Yazıları